12 Eylül Referandumu?
12 Eylül Anayasa değişikliği Referandumana dair hararetli bir televizyon programını dün akşam izlerken, kendimi 30 yıl öncesinde, 12 Eylül 1980 sabahı Kusca’sında gördüm ve bu konuda hafıza tazelemekten kendimi alamadım.
11 yaşında Kuscalı bir çocuk olarak o günü nasıl hatırlıyordum?
Neler yapmıştım ve 12 Eylül’e nasıl bakıyordum?
Tanıdığım Kuscalılar 12 Eylül 1980’i nasıl karşılamışlardı?
Ya peki 12 Eylül süreci …?
Yaz tatilinde olduğumu ve ortaokul 1. sınıfa başlamaya hazırlandığımı ve her sabah kalkar kalkmaz yaptığım olağan şeyi, yani televizyonun başına kurulduğumu hatırlıyorum. Televizyonda TRT haberlerinden tanıdığım Mesut Mertcan’ın her zamanki haber sunuşundan daha farklı ve ciddi bir şekilde bir şeyler okuduğunu hatırlıyorum. Bunun darbe bildirisi olduğunu, ancak tanıdık bir yüzün, Kenan Evren’in konuşmalarından sonra çözebildiğimi de hatırlıyorum. Zamanın Genelkurmay Başkanı Kenan Evran’in ”Aziz Yurttaşlarım, Aziz Türk Milleti” diye başlayan ve Atatürk İlke ve İnkılaplarına ve vatanın bölünmezliğine vurgu yaparak, Türk Silahlı Kuvvetlerin niçin yönetime el koymak zorunda olduğuna dair içeriğini tam da anlayamadığım birçok gerekçe sıraladığını da hatırlıyorum.
Batı demokrasilerinde birçok parti başkanının bile kendi ülkesindeki Genelkurmay Başkanı’nın ismini bilmediği günümüzde, 11 yaşında Kuscalı bir çocuğa Genelkurmay Başkanı’nın tanıdık gelmiş olması yadırganmamalı. O ülkelerde Genelkurmay Başkanları Türkiye’deki gibi her dönemde “gölge yönetenler” olmamışlardır ve gündemi oluşturmamışlardır. Görsel dünyası Celil Boğazı’nın ötesine uzanamamış, tatilini arkadaşlarıya oyunlar dışında ailesindeki yetişkinlerle huzur içinde geçiren ve dünya görüşü okul kitaplarından, öğretmenlerinin yorumlayarak anlattıklarından öteye gidememiş ve dede dostu, 1. Dünya Savaşı gazisi Osi Sımo’nun anlattığı kahraman asker hikayeleriye dolu bir çocuğun göstermesi gereken reaksiyonu gösterdiğimi çok iyi hatırlıyorum.
Takımı maç kazanmış bir çocuğun sevinciyle, kendimi o günün erken saatlerinde dışarıda Hasan amcamla birlikte küçüklüğümüm geçtiği Gılpo Yaylası’na koyun gütmeye yardımcı olmaya gittiğimi bugünmüş gibi hatırlıyorum. Yaylaya vardığımızda Cuma namazı için köyden dönen Xale Male Aapke’nin yayladakilere ne kadar hararetli bir şekilde gerçekleşen askeri darbeyi överek anlattığını, akabindeki günlerde köydeki bir bakkalda gazeteye sarılarak bana uzatılanın içinden, Kenan Evren ve diğer darbe arkadaşlarının sıra sıra dizilmiş fotoğrafını nasılda kesip, fubolcu posterleri koleksiyonumun arasında yıllarca sakladığımı da hatırlıyorum.
12 Eylül İhtilali’ni izleyen yıllarda çocukluğumun bu masum siyasi bakışının hiçte zannettiğim gibi masumane sonuçlar getirmediğini görerek yaşadım. Ülkedeki sag-sol şiddetinin, siyasi ve ekonomik istikrarsızlığın, TBMM’nin cumhurbaşkanını seçememesinin ve Iran’daki Humeyni rejiminin işbaşına gelmesinin Türkiye için oluşturduğu şeriat tehlikesinin, aslında darbeye kılıf olarak kullanıldığını ve her on yılda gerçekleşmiş askeri darbelerin Amerikan patentli olduğunu gördüm. Bu yüzden 12 Eylül zihniyeti sayesinde darbe dönemi çocuğu olarak, siyasi literatürümün çok erken dönemde oluştuğu kanaatindeyim. Geçmişe uzandığımda o döneme ait hafızamda kazınmış şu isimler ve kavramlar aklıma geliyor: TSK kurumu ve kuvvet komutanları Nurettin Ersin, Sedat Celasun, Tahsin Şahinkaya ve başka birkaç arkadaşının oluşturduğu Milli Güvenlik Konseyi, 24 Ocak Kararları ve mimarı Turgut Özal, Başbakan Bülent Ulusu, liderlerin sürgün edildikleri Zincirbozan Üssü, Devlet Güvenlik Mahkemeleri, Danışma Meclisi, sıkıyönetim uygulmaları, YÖK, sendika ve derneklerin kapatılması, gözaltına alınmalar, fişlenmeler, idamlar, Türkiye’nin Avrupa Konseyi üyeliğinin askıya alınması, Kürtlerin “Dağ Türkleri” olarak adlandırılması, Türkiye 1. liginde bir başkent ekibinin olmayışının büyük bir eksiklik olarak görülüp, Ankaragücü’nün asker emriyle 1. lige çıkartılması, 12 Eylül’ün maddi ve manevi ağır bilançosu, dönemin Amerika Başkanı Jimmy Carter’a bir danışmanının toplantıda Türkiye’deki darbeyi kastederek “çocuklar işi bitirdi” diye fısıldaması ve 1982 Anayasasının halkoylaması.
Bu sıraladıklarımın hepsi başlı başına konular olduğu için bunlara değinmeden 13 yaşında iken, 1982 Anayasasının halkoylaması sırasında, annemin yanlış oy atmaması için demokrasi adına anneme antidemokratik şekilde nasıl destek olduğumu anlatmak istiyorum. Konya’daki çok iyi niyetli bir öğretmen komşumuz, halkoylamasına gitmeyenlerin para cezasına çarptılacağını ve yanlış oy “Hayır” atanların ise hapisle cezalandırılacağına dair duyumlar aldığını bize ve diğer komşulara anlatması üzerine, evdeki tek seçmen olan annemi bir telaşın aldığını çok iyi hatırlıyorum. Bunu izleyen günlerde referandum gününde anneme önceden evet anlamına gelen beyaz pusulayı sandığa atmasını tembihledikten sonra, seçim günü yardımcı olmak maksadıyla annemle birlikte perde arkasına girdiğimi ve atılması gereken evet oyunun annemin atmış olduğunun rahatlığıyla evimize gelmiş olduğumuzu, ve akşam televizyondan da ezici bir çoğunluğun tıpkı bizim gibi düşünerek nasılda evet dediğini, televizyonlardan ve gazetelerden izlediğimi çok iyi hatırlıyorum.
Bugün 12 Eylül Askeri darbesi üzerinden hemen hemen 30 yıl geçti ve darbe bugüne kadar olumsuz etkisini ve izlerini Türkiye’ye hep hissetirdi ve yaşattı. Artık günümüz Türkiye’sinde ve yeni dünya düzeninde, generaller 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980’de yaptıkları gibi ülke yönetimine açık müdahele şeklinde darbe yapmaktansa, 1982 Anayasasının onlara tanıdığı antidemokratik hakları kullanarak ve halkın iradesiyle işbaşına gelmiş hükümetlere müdahele ederek ülke yönetiminde söz sahibi olmaya devam ediyorlar.
Bu yüzden önerilen değişiklikliklerin 1982 Anayasasını büyük ölçüde değiştirmemesine rağmen, dünyada eşi bulunmayan antidemokratik seçim barajının düşürülmemiş olunmasına rağmen, değişikliklerin tek bir partinin insiyatifinde ve diğer partilerlerle uzlaşma gerçekleştirilmeden halkoylamasına sunulmuş olunmasına rağmen, verilecek evet oyunun AKP’ye oy olarak algılanmaması gerektiği kanaatindeyim. Her ne kadar evet sonucunu AKP kendisine bir güven tazeleme olarak lanse etmeye çalışacak olsa da, verilen evetler içinde hayatında AKP’ye oy vermemiş veya vermeyecek inslanların da olduğunun ve birçok evetçinin 12 Eylül Anayasasına cevap olarak bu seçimi yaptığının göz önünde bulundurulması gerektiği düşüncesindeyim. Bu sebeplerden dolayı hem CHP ve MHP’nin hayır kampanyasını ve hem de BDP’nin boykot kararını yanlış buluyor ve bu partilerin Anayasa değişikliğini referendumdan çok AKP’ye karşı bir seçime dönüştürme mücadelsi olarak görüyorum.
Parti rengine bağlı kalmaktansa 12 Eylül Referandumunun, 1982 Anayasına bir cevap olabileceği ve bunun bir sonraki seçimde 1982 Anayasasının tümden değiştirilmesinin önünü açabileceğini düşünerek ve bu umudu taşıyarak; değişiklikler yeterli değil, ama EVET diyorum.
Yazarımız
-
Kuşca'da doğdu.
Öğretmen ve Devlet Yetkili Yeminli Mütercim ve Tercüman.
CBS'ten Mütercim ve Tercümanlık alanında Yüksek Lisans Diplomasına sahip.
Mem û Zîn ve diğer Kürt destanları ve masalları kitabının yazarı.
Son yazıları
- KUŞCA HABER17/04/2018İKİ YENİ KİTABIM
- Orhan Doğru14/01/2017Derfor kender du ikke de kurdiske sagn?
- GÜNDEMDEKİLER25/08/2016Mem û Zin ve diğer Kürt destanları ve masalları
- Orhan Doğru25/08/2016Mem û Zîn