50. YIL
İkinci Dünya Savaşından sonra Avrupa, “geleneksel güç dengesinin merkezi” olma özelliğini kaybetmiş, Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği iki “süper güç” olarak ortaya çıkmıştır. Ayrıca Avrupa’nın Büyük Güçleri, Avrupa dışındaki siyasal ve ekonomik sömürgelerinin başkaldırısı ile karşılaşmışlardır.
Avrupa, ekonomik yönden Amerika Birleşik Devletlerine bağlı olmak istemiyordu, ekonomik kalkınmasını kendi olanaklarıyla gerçekleştirmek amacıyla plan ve tasarılar hazırlıyordu.
Gerçekten de Avrupa; insan gücüyle, endüstri ve ekonomik gelişmesini ve hatta güvenliğini sağlayabilecekmiydi.
2. Dünya Harbinden sonra her yönden darbe alan bir Avrupa , oluşan enkazın altından çıkmak için harekete geçti, 1950 yılların başlarında devrim gibi bir karar aldı.
” İnsan Gücüne ” yada ” ucuz iş gücüne ” gereksinim duyarak yorulmak nedir bilmeyen, bir kuru ekmeğe çalışacak efendisine itaat edecek insanlara ulaşmak istiyordu.
Özellikle Almanya, Fransa VE İngiltere buna çok ihtiyaç duyan ülkelerin başlarında geliyorlardı, bu ülkelerin amacı ” savaş sırasında silahlanmak için büyük bütçe harcayan bu ülkeler , sosyal ve ekonomik olarak çöküntülerini ucuz iş güçüyle çözmek istediler .
Kısa keseyim
Derken
Bu iş gücü isteği geldi ve bizim ve çevre köyelere dayandı .
İç Anadolu’nun Kürt köyleri zaten asimile politikasıyla yüz yıllardır gurbette yaşıyorlardı . Bu insanlar bu sefer apayrı bir gurbet yolculuğuna çıkacaklardı. Yada bir başka deyişle ” 2 ” nci kez gurbete çıkacaklardı.
Bu insanların çoğu bırakın yaşadıkları şehirlere gitmeyi belki komşu bir köye bile gitmeyen insanlardı. Bırakın yabancı bir dili bilmeyi, kendi ana dillerine bile hakim olmayan insanlardı.
Yaşlısıyla ve genciyle deyim yerindeyse ” gurbet yolculuğu başlamıştı.
Tamamen farklı bir yaşantının içine girdiler. Dili, kültürü, bir toplum ve yıllarca farklı bir şekilde anlatılan bir dinin coğrafyasına geldiler, bu insanların Tek tesellileri sadece ve sadece birbirilerini tanımalarıydı.
Paraloları ” Bir süre çalışıp, para kazanıp geri gitmekti ”
Babamın Amcası Hamraş’ın ozamanlar kendi ailesinden
Gelenlere şu uyarıyı yapıyor.
” Sizler dilini, kültürünü bilmediğiniz şatafatlı bir dünyanin yada yaşantının içine giriyorsunuz , kendinizi hiçbir zaman bu hayatın şatafatına kaptırarak, kendi kişiliğinizden taviz vermeyin ” der. Evet amcam sadece ozamanın kısıtlı imkanlarından olsa bile öğrendiği kadarıyla çocuklarına ve yeğenlerine Avrupa hakkında bazı uyarılarda bulunuyordu.
Yıllar yılları kovalıyor, zaman içinde değişen ve yenilenen Avrupa bu ucuz iş gücünün meyvelerini alıyor, 2 nci dünya savaşından sonra toparlanmaya başlıyor. Ekonomik ve endüstri de büyük farklılıklar görülmeye başlayınca Avrupa
Her ne kadar dünya devi olan Amerika ve Rusya’nın gölgesinden kurtulamadılar
Bu zaman zarfında tekrar dönüş yapanlarda vardı, en acı tarafı ise sonradan pişman olsalarda artık yapılacak birşey yoktu.
Burda kalanlar ise zamanla kendi ailelerini buraya getirdiler ve onlarda bu yönde geçiçi olarak geldikleri ülkelere ait oldular.
Ek olarak Avrupa ve Türkiye arasındaki danışıklı politikanın teorikte ve pratikte gerçekleşen yüzünü şatafatlı evlerimizin duvar süslelerinde görebiliyoruz.
Demirelin 2000 yılında yaptığı röportaj 50 yıllık hikayemizi gözler önüne sürüyor.
“1961’den 2000’e kadar Avrupa’ya giden işçilerimiz, Türkiye’ye kendi ailelerine benim tahminlerime göre 100 milyar dolara yakın tasarruf göndermişlerdir. Bu yüz milyar dolarla Türkiye yapılanmıştır. Resmi rakamlar bunlar. Bir de kendi getirdikleri, buralara gelip ev yaptıkları, fabrikalara ortak oldukları, çeşitli kuruluşlara katıldıkları yine ayrı mesele.”
60’lı yıllarda sırtında gurbetin hamallığı, elinde kuru ekmeği, gözlerinde korku, yüreğinde umud besleyenlere dağıtılmış broşürler hepimizin Kölelik sözleşmeseydi..
Yazarımız
Son yazıları
- Mustafa Kara09/11/201721 KASIM
- Mustafa Kara29/04/2017KİTAP VE İNSAN
- Mustafa Kara19/04/2017BATAKLIK
- Mustafa Kara30/03/2017SON PERDE