BEN ARAP MIYIM ?
Neyimiz, yerli ve milli..?
Neden insanları dünyadan koparıp, 2 arada 1 derede bırakıyorsunuz…?
Benim de içinde olduğum bizim nesil, daha 13 yaşında Ortaokul’a başladığında ;
-dünyayı bir bütün ve evi gibi görürdü.
-insan hakları evrensel beyannamesini, adeta ezberlemişcesine bilirdi.
-kendisine yapılmasını istemediği bir şeyi başkalarına, asla yapmazdı.
-Ermenisiyle, arabıyla, kürdüyle, Çerkez’iyle, lazıyla, çingenesiyle, türküyle vd. hep birlikte yer-içer, birlikte güler oynar ve AYIRIM YAPMADAN yaşar, birbirini severdi.
-önce kendi kapısının önünü süpürür, temiz tutardı.
Bu özellikler adeta, “insan” olmanın bir ABC’siydi.
Ya bu günkü yeni nesiller…?
Ve yer altındaki daha su yüzüne çıkmayan Sedat Pekerler…?
Facebook’taki arkadaşlarımıza ya da arkadaşlarımızın arkadaşlarına şöyle kabataslak bir göz atıp, paylaşımlara bi bakıp inceleyin.
2 arada 1 deredeki düşünceler, insanı gerçekten şoke ediyor!
Irkçı, ayrımcı düşünceleriyle, ön yargılarıyla bir çokları, emperyalizme ve faşizme hizmet ettiklerinin farkında bile değiller…!!
Bu ne ya…?
Bunlar, nasıl yetiştiler…?
Bunlar düşünceleriyle, hangi Sistem’e ve hangi evrensel değerlere sahipler?
Bunların ayağı yere basıyor mu ? Bunlar, bu dünyalı mı ?
Bir ülke ; kendi yaptığı yasalara uymayan bir nesli, kendi öz neslini nasıl kendine yabancılaştırır ?
İnsan, nasıl böyle yetişir/yetişebilir…?
Yetiştiriliyor…işte!
Hem de bal gibi.
Ülkemizde 100 yıldır “dini inanç ve din seçme özgürlüğü” diye bir şey var değil mi?
Bu, Anayasa’nın 24. maddesinde yazılı.
Madde: kimse, dini inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz.. da demekte.
Bunu çiğnemek, yasaya karşı çıkmak değil midir?
Müslüman olmayan birine yapılan ayrımcılık bir tarafa, bir de basında olduğu gibi sosyal medyada da Müslüman olmayanlara karşı ne kadar yerici ve insanlık dışı hakaretler yapılıyor.
Bu bir “suç” olduğu halde, suçlu sorgulanmıyor.
Irkçılık, ayrımcılık suç olduğu halde, suç duyurusunda bulunulmuyor.
İnanılmaz, akıl dışı bir toplumsal yaşam ve mantık.
Bir taraftan çağdaş olduğunu, devrimler yaptığını, okların… ilkelerin olduğunu söyleyeceksin, diğer taraftan çağın en ırkçı, ayrımcı söz, söylem ve düşünceleriyle insan haklarını ihlal eden kriminal insanlar yetiştireceksin…!
Bir ülke; yetiştirdiği insanıyla, kendi yaptığı yasasına uymuyorsa, kendisine olan saygısını da, “benliğini” de yitirir.
Yapılanlara göz atarsak ; yeni nesillerin ellerine, daha çocukken ilkokul sıralarına oturmadan kendi öz benliğini, kimliğini ve dilini tanımadan, öğrenmeden Elif Cüzü denilen Elifba verilmesi ne kadar pedagojik ve bilimsel…?
Henüz kendi dilini öğrenmemiş bir çocuğa Arap alfabesi öğretiliyor ve bir başka dil ve o dilin kültürü de aşılanmaya çalışılıyor.
Yetmiyor, kutsal kitap ezberletmeye çalışılarak “en iyi kim okuyacak? diye ödüllü yarışmalar düzenleniyor.
Çocuklar, siyasal-eğitsel-bilimsel donanımlardan yoksun zavallı bilinçsiz insanlarca Arab egemenliğine itiliyor.
Din dersi öğretmek başka bir şey, çocukları bir başka dil ve kültür emperyalistlerinin hegemonyası altına sokmak, çok daha faklı başka bir şey…!
Görülen o ki, boyun eğmeye çocuk yaşta alıştırılan nesillerimizden özgürlük ve bağımsızlık beklemek, beyhude ve haksızlık. Ne ekiliyorsa, o biçiliyor…
Bunları göremeyen, anlayamayan sözde solcular, çağdaşlar ve entelektüel burjuva demokratları, lafazanlıktan başka ne yapıyorlar…?
Durmadan milli egemenlikten, bağımsızlıktan dem vuruyorlar.
Kurucuyduk.. korucuyduk.. devrimciydik.. ülkümdü, ilkelerimdi, muasırdı.. seviyeydi.. yükselmekti… diye, başlıyorlar ezberlediklerinin nakaratını yapmaya….
Aslında, söylediklerine kendileri de inanmıyorlar!
Bunu yapanların, diğerlerinden ne farkı var…?
Tablo önümüzde.
İnceleme ve araştırmalar gösteriyor ki, ülkemizin işsizlik ve çaresizlik içerisinde kıvranan gençliğinin çoğunluğu Türkçe bilmiyor. Cümle kuramıyor. Dilbilgisi yok. Demokrasiyi tanımıyor, hak-hukuk kavramlarına, bilimsel araştırma, sorgulama ve incelemelere önem vermiyor. Bilmediği şeylere nasıl önem versin ki?
Sözde Türk ve Müslüman olmuş…!
Böyle biri olarak, üstün insan olmayı öğrenmiş. Hepsi bu….!
Ne insan Hakları Evrensel Beyannamesini okumuşlar ve ne de farklı inanç ve kimlikleri tanıyorlar, biliyorlar. Bildikleri, önyargılarla dolu yanlış bilgiler..
Genellikle çoğu, suç işlemeye meyilli. Kavgacı. Konuşma, tartışma ve uzlaşı kültüründen mahrum. Daha doğrusu yabancısı ve uzak.
Bugünkü “yerli ve milli” diye yetişen nesli ben de objektif olarak inceliyorum, mübareklerin hepsi değil ama bir çoğu, sanki organizeli bir suç örgütü üyesi.
Tablo ne kadar üzücü…!
Kendi fikirlerine karşı geleni “hain”, kendi inancından olmayanı “gavur” ilan eden bu nesil, işine gelmeyeni de vurmak, dövmek, öldürmekle gibi bir misyon üstlenmiş..
Ayrıca yaptıkları bu çirkin işleri, haklı olarak yaptıkları gibi de, bir kanaata sahipler.
Bu zihniyetteki “yerli ve milli” tabelasının altına sığınanların eş ve aileleri dahil insanları, toplumları ve ülkeleri yönetmeye kalkması ve icraatlarının haklılığını savunmaya kalkmaları düpedüz akıl-mantık. hukuk ve bilim dışı bir durum. Bu zihniyet; insanları aldatmanın, soymanın, uyutmanın derdinde. Çalayım, çırpayım, kısa yoldan köşeyi döneyim düşüncesiyle haksız kazanç peşinde.
Mafyalık da bunlarda, soygun da, vurgun da, canilik de.
Peker, bu zihniyetten olanlardan sadece birisi. Ve sadece su yüzüne çıkanı.
Biz, aysbergin daha sadece su yüzündeki kısmını görüyoruz.
Bağımsız yargı meseleye el atıp Peker olayını kurcalamaya ve aydınlatmaya çalışsa, kim bilir altından daha ne çapanoğulları çıkacak?
Kimi gençler de ; paylaştıkları şeyleri incelemeden, sorgulamadan, muhakemesini yapmadan, paylaşmaya çok hevesliler, kolaycılar, hazırlopçular…!
Daha dün “Hain” diye idamı istenen ve yargılananlar, örneğin : Nazım Hikmet neden bugün farklı anılıyor? Ve hatta Padişah tarafından “hain” diye ilan edilen ve yakalanması için ödül konulan Mustafa Kemal’in bu günkü durumu ne?
Tüm bunlardan ve geçmiş tarihten ders alınmalı ki, bugünkü insanımız düşünerek konuşsun, paylaşsın.
İşine gelmeyene hain, kendi gibi olmayana gavur demesin.
Bilgi edinsin, bilinçsiz konuşulmasın.
2005 senesinden beri, yaklaşık demiyorum tam 16 senedir Facebook kullanıcısıyım. Aşağı yukarı her gün paylaşımlarda bulunuyorum. Arkadaşlarımın yazıların okuyor ve yorumlarda bulunuyorum.
Yazılarımla ; eğitim, kültür ve siyaset alanlarında katkıda bulunduğumu ve faydalı bir iş yaptığımı hissettim ve bunu severek isteyerek göreviymiş gibi yapıyorum ve yaptım.
Facebook’u bir okul ve kullanıcılarını da yetişkinler eğitimi alan bir enstitü gibi gördüm. Kendim de bu okulun hem öğrencisi ve hem de öğretmeni oldum. Geçmişte yaptığım Sosyal Danışmanlık gibi bir mesleğim de olunca, bol bol arkadaşlarıma değil ? elaleme akıl verdim….!
Evet kimi takipçilerime, her ne kadar toleranslı davranıp… insanca, sevecence ve eğitsel duygu ve bakış açılarıyla yaklaşsam da … armut, daima dibine düştü…!
Ağaç da, yaşken eğiliyor…
İnsanlar maalesef, 18 yaşına kadar verilen eğitimle şekilleniyor. Aynaya bakınca, milletin onu nasıl gördüğünü görüyor ve makyajını onlara göre yapıyor. Kendine bakıyor ama aynada kendini görmüyor!
18 yaşından sonraki bir insanın eğer rehberi, diyalektik materyalist gibi bir felsefe ve dünya görüşü ise, tutmayın onu gitsin. Onun; halledemeyeceği bir sorunu, aşamayacağı bir engeli yoktur.
Bu felsefe dalını inceleyen, özümseyen bir insan, ne olduğunu, nasıl yaşaması gerektiğini, evreni, ilmi, siyaseti, gelişimi ve değişimleri kendi çabalarıyla çok rahat bir şekilde öğreniyor ve bu dünyadaki yaşamı, anlamlı ve insana yakışan şekilde oluyor.
Eğitim dünyasında çocukların gelişimini engelleyen ‘dil boğulması’ diye adlandırılan bir kavram var.
Dil boğulmasına maruz kalmamaları için çocuklarımıza önce, kendi anadillerini ve değerlerini öğretip özümsetmeliyiz. Bu çok önemlidir. Her çocuk önce kendi Anadili’nde mutlaka eğitim almalıdır ki, diğer dilleri de rahatlıkla öğrenebilsin. Bütçelerini soydurmayan ülkeler ve halkını yönetmeyi bilen sosyalist sistemler, her çocuğun kendi Anadilini öğretme imkanına ve ülküsüne sahipler.
Ya bizde…?
Ayrıca ; toplumumuzda gittikçe yaygınlaşan bir şey daha var.
“Allah’a havale etmek”
Herkes herkesi veya isteyen, istediği şeyi Allah’a havale ediyor.
Havaleler bi yana, “Allah bilir” “Allah razı olsun” gibi söz ve söylemler de Solcu nakaratçılardan farksız nakaratlar…!
Ben bıktım usandım ve artık bıraktım bunları eleştirmekten ve bunlara kafa yormaktan.
Kimin neyi, nereye havale ettiği artık bir kuşağımdan giriyor, diğerinden çıkıyor.
Havaleleri isteyen siviller yapsın ama, hiç değilse kamu kurumları ve özellikle Eğitim-öğretim kurumları çocukları, daha 6 -yedi- 8 yaşındayken Arapça’ya havale etmesin…!!
Sonuç olarak bizim nesil ile bugünkü hazırlopçu nesil arasında sanırım basbayağı bir fark var.
Bu nesile,
“2 arada bir derede kalanların nesli” desek çok daha isabetli olur.
İnsani değerlerden vazgeçmeyen, ilmin ve diyalektik materyalist felsefi düşünceyi rehber edinen, bilime önem veren, kendini tanıyan, soran-sorgulayan, araştırıp, okuyup, öğrenen, emeğinin değerini bilen, evrensel ve bilimsel düşünebilen, kendine güvenen ve hak-hukuk-vicdan sahibi nesiller yetiştirmek ümidiyle..
Selamlar, sevgiler.
Yazarımız
- Aslen Konya'nın Seydişehir ilçesinden. İvriz ilk öğretmen Okulu mezunu olduktan sonra Kuşca’nın Büyük Yayla ilkokulundan öğretmen olarak çalıştı. 1970’li yılların başında Danimarka’ya geldi. Danimarka’da Türkçe eğitim vererek öğretmenlik mesleğine devam ederken, sosyal danışmanlık eğitimini bitirdikten sonra, 5 yılda hukuk okumuştur.