Bir pazar sohbeti: Celil
Modern teknolojik aletlerle videolar çekiyoruz sonra iştahla çektiğimiz videoları seyrediyoruz.kocaman aletlerle çektiklerimiz günümüzde artık cebimizde bu demektir ki herkes çekebilir ve seyredebilir.
Bu kadar basitleşmesine rağmen halen bazı şeylere alışamadık.video çekilirken nasıl poz verilir nasıl güleriz el kol hareketlerimizi nasıl kontrol ederiz bunlar yaşadığımız tuhaflıklar değil.zaten en iyi video habersiz çekilendir.
Çekilen videoyu seyrederken alışamadığımız en tuhafımıza giden ses tonumuzdur. Giydiklerimiz,saçımız başımız, tavırlarımız ve söylediklerimiz hepsi bir yana ,ses tonumuz bize tuhaf gelir ve bir türlü alışamayız.hergün ağzımızdan çıkan ve kulaklarımızın ençok duyduğu sesimize karşı yabancı duruma düşeriz…
Biz Kuşçalılar özellikle erkekler bu duruma pek yabancı sayılmayız. Kuşçamızın her köşesi güzel olmasına rağmen celil ve acısu (tehlk)bölgesi ayrı bir öneme sahiptir. Bu iki bölgeyi görmeyen Kuşçalı yoktur…
Yüksek tepeleri,mağraları,kayalıkları,yaban ağaçları ve bir çölü andırmasına rağmen kayalıklar arasından çıkan serin suları ile görülmeye değer yerlerdir…Eskiden tehlk bölgesine yaban ağaçlarından yaban yemişleri toplamaya giderdik.gitmişkene herkesin gözü KALE tepesine çikmaya odaklanırdı.yamaçları dik olduğu için herkes çikamıyordu,çocuk cesaretimizle tehlikeleri göze alıp tepenin zirvesine çıkardık.çıktıktan sonra kale tepesinin yeniceobaya doğru meyili olduğunu daha net görürdük yani yeniceoba tarafı alçak kelhasan tarafı daha yüksektır.üzerinde üç beş taşın haricinde bir top sahasını andırır.taşlarda enteresan bir şekilde sanki tepenin bir parçası değilde sonradan oraya konulmuş sanırsın.o taşların üzerine çıktığımızda çevre köyler ayaklarımızın altında olur ve kendimizi kanatlanmiş hisederdik. tepeden iniş tepeye çıkıştan daha zordur…
Her fırsata mağaralara girmek için celil bölgesine giderdik.kapıdan içeri girmek için merdivenin basamakları vardı şimdi o merdiven basamaklerından eser yok.giriş kapısından girer girmez muhteşem bir işçilikle karşılaşırdık.çivilerle işlenmiş yontulmuş sıra sıra odalar ve o odaların güzelliği bize çok yakın zaman önce birilerinin burda yaşadığını hisettirirdi.en büyük heveslerimizden biride mağarada güneş ışığını almayan odalarında karanlıkta yaşayan yarasalara bakmaktı.yüzlerce yarasa ayakları ile tavana tutunmuş öyle asılı bir şekilde saatlerce tutunuyorlardı.hayatımda ilk defa yarasaları celildeki mağaraların karanlık köşelerinde görmüştüm…
Celilimizdeki kayalar sanki binlerce yılda eroziyon sonucu oluşmamişta sanırsın bir heykeltraşın becerekli ellerinin marfeti zanedersin.birebir insan fügürüne benzeyen birebir hayvan fügürüne benzeyende var.o ne güzellik gerçekten kıymetini bilmek gerekir…
Zınarların arasından çıkan suyu içen ve adak ağacına adağını bağlıyanlar vardı.hem bizim köyden hemde çevre köylerinden…
Dağ ve tepelere gelince hem tehlk hemde celil bölgesine ismini bölgeye verecek kadar önemli dağları vardır.kale gibi zinare reş gibi ama bunların yanısıra daha alçak ve sıra sıra tepeleri vardır.her iki bölgeyede ayrı güzellik katıyor.yükarıda belirtiğim ses tonu ile ilgili tuhaflık burasıyla ilgilidir…
Eskiden arkadaşlarla buralara gittiğimizde mutlaka yaptığımız bir şey vardı. Aralarının biraz derin olduğu iki tepenin zirvesine çıkar ve zirveden aşağı doğru biraz indikten sonra bağırırdık ağzımızdan çıkan sesimiz gidip dağlara,kayalara çarpıp kısa bir süre sonra yankılanan ses kulağımıza gelirdi.Tuhaflığı burda yaşardık çünkü gelen sesimizi tanımazdık.Ancak yanıbaşımızda senle birlikte giden arkadaşın nın sesini tanımakta sorun yaşamazdın.Arkakadaşında senin sesini tanımakta teredüt etmez fakat kendi ses tonunda tuhaflık yaşardı, hoşumuza gittiği için yüzlerce defa bağırırdık.Bağırdıktan sonra saymaya başlardık.Bir derdik iki derdik üç demeden ses fiziki olarak yankılanıp tekrar kulağımıza gelidi.Videolardaki sesimizde,dağların arasında yankılanan sesimizde bize aynı tuhaflığı yaşatiyor…
Hepinize iyi pazarlar dilerim.
Yazarımız
- Kuşca'da doğdu, İsviçre de yaşamakta.