Bir pazar sohbeti: Zad
Yediğiniz yemek nerde ve hangi şekil ile olursa olsun size vereceği kalori hep aynıdır.
Mideyi doldurmak vardır birde o yemeğin hakkını verip tadına tad katıp yemek vardır.
örnek vermek gerekirse eskiden sofraya yayılmış pilavı “zad” yufka ekmekle yemek bir başkaydi,
yemek masasının üzerindeki onca yemeğin yanındaki tabağa konulmuş pilavi kaşıkla yemek başkadır.
Ben tabaktaki pilavdan bir kaşık bile almam,alsamda bana pilav tadı vermiyor.
(Spaketti üzerine peynir döküp yiyorlar ya) bazen düşünüyorum da bunlar bizdenmi almişlar ne çünkü eskiden pilavın üzerine köy peyniri döküp yerdik.o nefis tadı unutmak mümkün değildir. Bundandır ki spakettiyde severim. Hele üzerine pilavın serili olduğu altaki ıslanmış yufka ekmek öyle güzel olurdu ki tam kazandibi gibi bambaşka bir tad.
Yanında kimi yeşil soğan ,kimi kele soğan kimide turşu tercih ederdi ama olmazsa olmazı yanındaki ayrandı.Ha birde pilavın “zad” çöllerde tarlabaşında pişirilip toz toprak içinde yenilmesi vardır ki dünyanın en modern mutfaklarına değiştirmem.
Malzemesi az, pişirilişi kolay,hazırlanışı birhayli zahmetli bir yemektir. Bulgur , yağ ve sudan yapılır.
Eskiden 1960’lı yıllarında biz bunları tabii ki marketlerden almiyorduk.Kendimiz üretip kendimiz işletip natur olarak yerdik.
Binbir zahmetle ekilen tarlaların binbir zahmetle biçilişi,uzunca bir anlatım ister.Biçilen ekin tarlalardan at arabalarıyla paş ru zınara da ki harman yerine getirilirdi ve büyük bir yığın olarak üstüste atılırdı.Bundan sonrası tam bir şenlik havasında geçerdi bütün ailenin yıllık geçim kaynağı olduğu için bütün aile fertleri orada olur herbiri bir iş yapardı bu günlerce sürdüğü için gece gündüz orda kalırlardı ,gündüzleri çalışır gecelerde hırsızlığa karşı ve başı boş hayvanlar zarar vermesin diye orda yatarlardı.Herkesin kendine ait harman yeri vardı hiç kimse başkasının yerini alamazdı.onbeş yirmi harman yeri yanyana olunca,şakalar,taklitler havada uçuşur, oğlanlar kızların peşinden gider,kızlar oğlanlara pas verirdi,taze evli damat ve gelinler harman yerini seyrana dönüştürmek için fırsat kollar bu konuda biz çocukları malzeme olarak kullaniyorlardı ve türküler söylenirdi.Hiç unutmam bir defasında bana hadi Metin sen bir türkü söyle dediler bende bilmiyorum dedim Anamda çocuğu zorlamayın bilmiyor işte dedi benim yaşım daha altı baktım kimse ısrar etmiyor bende harmanın arka tarafına gittim onlar yaptıkları gölgede oturuyorlar başladım türkü söylemeye
“Erzincana gittim
Ne güzel bağlar
Erzuruma vardım
Dumanlı dağlar
Elleri koynunda
Bir gelin ağlar”
Çocuk nefesimle öyle bir asılmışım ki arkamdan bir ses wey ez kurban dedi arkama dönüp baktığımda herkesin bana baktığını ve beni dinlediklerini gördüm.böylece sesimin güzeliği anlaşıldı takiben ilkokulda bütün bayramlarda bana ,sevgili Ömer Kara ve Nuri Arabacı’ya türkü söyletiyorlardı.
Harmanın yanına büyük çadırlar serilir o kocaman yığının bir bölümü cadıra serilir üzerine digan konulurdu Digan yaklaşık iki metre uzunluğunda bir metre eninde altı yedi cm kalınlığında ön tarafı yukarıya bakan alt tarafında biçak görevi yapan yüzlerce keskin taşı olan tahtadan yapılmış tıpkı bir kayak gibiydi, öküz,at veya eşeğe bağlanır , üzerinde bir sürücü onun arkasında ailedeki bütün çocuklar biner ve bir daire etrafında döner gibi saatlerce sürerlerdi.yalın ayak oluşumuza bakmaksızın,dikenlere aldırış etmeden digana biner hoplar ve zıplardık.Harman yerindeki o kocaman yığın bu evreden geçtikten sonra o temmuz ve ağostos sıcağında rüzgarın esttiği havayı beklerlerdi rüzgarın gelmesiyle digan ile erittiklerini bu seferde havaya çırparlardı.Buğday direk aşağıya saman rüzgarın yardımı ile bir iki metre ilerde toplanır böylece azda olsa birbirinden ayrılmiş olurdu.daha sonra alag ve bejing ile iki işlemden daha geçtikten sonra tertemiz buğday elde edilirdi.
Bundan sonrası;un olacak olan,bulgur olacak olan,seneye tohumluk olacak olan , hayvanlara yem olcak olan ve geri birşey kaldıysa satmak için hepsi ayrı ayrı çuvallara konulurdu.seneye lazım olan ambarlarda depolanmazdı.herkesin evinin yanında kuyuları vardı yaklaşık üç metre eninde tahminen iki metre derinliğindeki bu kuyulara koyup üstünü kapatırlardı,kuyuya yerleştirilmesi bir zahmet kuyudan çıkarılması iki zahmetti.harman tamamıyla kaldırıldıktan sonra bulgur olacak olan için büyük ateşler yakılır kalaylanmış kocaman kazan larda pişirilir ve kuruması için çadırların üzerinde güneş ışığı ile başbaşa bırakılır iyicene kuruduktan sonra çorbalar için ayrı bulgur için ayrı çuvallara konulurdu.Ömer Koca (omar hamamqız)evinin önüde bir metre yüksekliğinde yaklaşık atmış cm genişliğinde üsten içi oyuk silindir şeklinde bir taş içinde kolu olan bir başka taş vardı kavrulmuş buğdayı bunun içine koyup saplı taşı çeviriyorlardı ve böylece pilavlık bulgur elde edilirdi.
Ben altı yedi yaşımda olduğuma göre sene 67-68’lı yıllar herkesin kapısında yüzlerce koyun vardı.Hayvancılık(koyunculuk) temel geçim kaynağımızdı.senede bir kuzular satılır,senede bir yün satılır,sütünden yoğurt çeşit çeşit peynirler ve yağlar yapılırdı.dışkısi proteinden yana zengin olduğu için gübre olarak tarlalara atılır ayrıca özenle hazırlanıp tezek (qerme) yapılır kışın yakacak olarak kullanılırdı o yıllarda ben başka yakacak görmemiştim.Ha birde hawşolarda zıbıl toplanılırdı o da koyun dışkısıydi.kuzular kışın sonunda baharın başında doğarlardı biz çocuklar için büyük bir sevinç kaynağı ve onlardan hiç ayrılmazdık hele erken doğanlar oturduğumuz oturma odamıza getirilir tek ısınma kaynağımız olan sobanın yanında özel yer ayırtedilirdi.
Küçük Kuzuların ana sütüne saldırmaları ayrı bir güzellikti.yaz boyunca koyunlarda kuzularda otlanmaları için meralara götürürlerdi koyunlar öğlen götürülür ertesi gün öğlene doğru dönerlerdi kuzular sabah götürülür akşama dönerdi.Köyde pek görmedim fakat büyük yayladaki genç kızların hepsi birer Berivandı.senede bir koyun kırpa günü olur o gün bütün komşu ve köylüler birbirilerine yardım eder o gün ;bir iltifattır, bir ikramdır, özel yemekler, şakalar ve taklitler derken tam bayram havası yaşanırdı.Bu yün komşuların yardımıyla suyun bol olduğu çeşmelerde yıkanır, güneşte kurutulur sonra döx lerle (oklava)vura vura çırpılır,elde edilen ter temiz yün kadınlarımız tarafından sabırla öreke lerle(teşi) ipliğe dönüşür bu iplikler büyük kazanlarda kaynatılır üzerine boya dökülür böylece renga renk iplikler oluştururlardı. Ağırlıklı olarak kırmızı ve mavi ton hakimdi. Bu ipliklerle tewn ile kilimler,halılar,yere serılecek olanlar ayrı duvarlara asılacak olanlar ayrı, gelin adayı genç kızların çeyızleri için bir çok şey yapılır özenle saklanır ta ki genç kızın düğününün yapılacağı güne kadar, düğün günü yapılanların hepsi dışarı çıkarılır,iplere serilir,duvarlara,merdivenlere ve pencerelere asılırdı.Damat tarafı gelir gelini alır beraberinde bu renkli çeyizleride alır ve zıxıltılar eşliğinde giderlerdi.koyunlar ve kuzular herkesin kiymetlisiydi kimine zengıl takılır kimisini renkli boyalarla boyarlardı koçları boncuklarla süslüyorlardı.Bütün yaz boyunca koyunlar sağılırdı bu işi sadece kadınlar yapar erkekler her işi yapmalarına (en azından yardımcı olmalarına) rağmen bunu asla yapmazlardı.koyunlar sağılırken koyunun başını tutma işi çocuklar özelikle kız çocukların göreviydi.sağılan kazanlar dolusu süt , kadınlarımızın hünerli eller ile kaymak kaymak yoğurda,yağlı ve yağsız peynirlere ve yağlara dönüşürdü.teknik olarak ellerinde sadece süt makinesi vardı.üstte bir kazan, küçük bir gövdesi, sağda çevirme kollu ve musluk gibi iki ağzı vardı.kadınlar ön hazırlıkları yapar,makinanın ayarını verir sonra kollu saatlerce yavaş yavaş çevirmeleri için çoçukların yardımına ihtiyaç duyarlardi.Bende yapmıştım yaparkende kendime soruyordum bu makinaya üstten baktığımda altı görünüyor herhangi bir süzgeçte görmüyorum nasıl oluyorda kazana süt koyuyorsun kolunu çeviriyorsun bir taraftan süt bir taraftanda yağ geliyor.o günkü kafamla pek anlamıyordum.İşte doğal yağımızıda böyle elde ediyorduk.
Suyumuza gelince yeryüzünün belki en güzel suyuna sahiptik. Awe bıré jur bu su bizim mahledeydi xeli osmomreşke evlerinin hemen arkasında heme aşe evinin önünde ve mıla sılhemebekır evinin hemen yanındaki bu çeşmenin suyu zelal kıreçsiz bir suydu. kaynağı tepede olan çeşmenin iki metre arkasından itibaren tepe yukarıya doğru yükseliyordu.tepenin tam zirvesinde kare şeklinde bir mağara odası ve bu odanın dibinde su doğuyordu oda dolduktan sonra aşağıya doğru akıyor aktıkçada temizlenen bu zelal su bizim çeşmeden çıkıyordu tamamıyla doğal bir su yani bulgur doğal, yağ doğal ve su doğaldı.
mesele pilav değil onu herzaman yapabilirsin önemli olan o ortam ve atmosferi yeniden yaratmak buda mucize gibi birşey, geride kalanı,tekrar yaşayabilmemiz için küçülmemiz gerekiyor buda biyolojik olarak imkansız.
Kahvaltı yaparkende aynen böyledir; görgü dersin, hijyen dersin zeytini kaşıkla yersin bu başka , elinle parmaklarını yalayarak yemek başkadır.
Yazarımız
- Kuşca'da doğdu, İsviçre de yaşamakta.