MAYIS 2017 BRÜKSEL NATO ZİRVESİ
Nato (Kuzey Atlantik Paktı Teşkilatı), 1949 tarihinde, soğuk savaş döneminde sovyet blokuna karşı, ilk önce, BM’ lere üye, ABD, Kanada, Fransa, İngiltere, İtalya, Belçika, Lüksemburg, Hollanda, Norveç, Danimarka ve Portekiz ülkeleri arasında yapılan anlaşmayla kuruldu. Sonradan 1951 yılında, Türkiye, Yunanistan, 1954 yılında da Almanya katılmıştır. 1982 de İspanyanın da katılmasıyla ülke sayısı 16’ya yükselmiştir. Fransa daha sonra askeri kanadından ayrılmıştı. Nato’nun organizasyonu; Kuzey Atlantik Konseyi, genel sekreter, askeri komite ve Nato komutanlıkları şeklindedir. Genellikle Washington’daki siyasi ve askeri teşkilatlar tarafından stratejisi tayin edilir. Amaçları konusunda çok detaya gerek var mı bilmiyorum. Ağırlıklı olarak sovyet blokuna karşı kurulmuş bir kurumdur. Demokrasi ilkeleri, fert hürriyetleri, hukukun üstünlüğü, yardımlaşma, savunma adı altındaki iddiaları bugün bile sürse de, kapitalist, emperyalist üye ülkelerin çıkarları doğrultusunda kurulduğu ve bu doğrultuda faaliyet sürdürdüğü gerçeği değişmedi.
Ortadoğu’da meydana gelen gelişmeler, ki bunlar çoğunlukla olumsuz gelişmelerdir, Irak ve Suriye’de sorunların çözümünün yerini, terör ve savaşa bırakması, işleri büsbütün karışık hale getirmiştir. Savaşın ve terörün daha doğrusu sömürünün yarattığı yıkım, ekonomik çıkmaz, sosyal olaylar, açlık, işsizlik, mülteci sorunları aynı zamanda tüm dünyayı etkileyen uluslararası sorunlar haline geldi. Bu çıkmaza karşı ABD’nin başını çektiği koalisyonun, kendince aldığı tedbirler, Rusya ile yapılan anlaşmalar, kısmi bir ateşkes dışında, henüz bir sonuç vermiş değildir. DEAŞ’a karşı savaşta, koalisyon ülkelerinin sorumluluğu yanında, Nato’ya da yeni görevler verildi. Nato genel sekreteri, Jens Stoltenberg, zirve gündemini açıklarken, ‘’Nato’nun savaşa verdiği desteğin artırılması, ve masraf paylaşımı’’ olarak ifade etti. Bu sorumluluk, muharrip rol olmasa da, Nato’nun dolan ömrünü uzatmaya yönelik çabalar mıdır? Bilinmez. ‘’Nato girerse, Suriye’yi mevcut halinden daha korkunç günler bekliyor olacak’’ görüşünde olanlar, ‘’krizi büyütür’’, diyenler de az değil.
Hatırlarsak, 11 eylül 2001 de el kaide nin ABD’ye saldırması sonrasında, hemen ertesi gün, Nato 5. Maddeyi ilk kez hayata geçirmişti. Doğrusu, bu saldırıyı tüm Nato üyesi ülkelere yapılmış saydı. Buna dayanarak ABD Öncülüğündeki koalisyon da, El Kaide’nin üssü olarak belirlediği Afganistana müdahale etmişti. Natonun daha önce müdahale ettiği, libya ve Yogoslavya daki olumsuz sicili, benzer bir uygulamanın suriyede de gündeme getirilmek istendiği endişelerini akla getirmiyor değil. ABD, Irak a müdahale de ise, Nato ve BM’leri devre dışı bırakmıştı. Bu Nato zirvesi de kritik bir dönemde gerçekleşti. Konuşulacak çok konu olduğu bir gerçek. Son aylarda Paris, Londra, Manchester de meydana gelen terör saldırıları, ülkeler arası Silah alım satımı planları, ABD tarafından PYD’ye verilen silahlara Türkiyenin itirazları, İranın yarattığı tehlike, Rusyanın Akdenizde varlığını sürdürmesi, din ve mezhep çatışmaları, İsrailin güvenliğinin mutlaka etraflıca dikkate alındığını herkes biliyor. Toplantıda, bundan sonra Nato nun Rakka müdahalesi ve sonrası ne yapacağı, finans sorunlarının nasıl çözüleceği şüphesiz konuşuldu.
Konular sadece nato zirvesinde Brüksel’de konuşulmadı. Dünya ekonomisinin yüzde 65’ ini elinde bulunduran 7 ülkenin liderleri, İtalya’nın ev sahipliğinde, Sicilya’da Taormina şehrinde de toplanarak sorunları konuştular. ABD, Almanya, İngiltere, İtalya, Fransa, Japonya ve Kanada’dan oluşan G7 zirvesinin de ana gündemi: yine küresel ekonomi, ticaret ve terörün yanı sıra, Suriye, Kuzey Kore ve küresel iklim değişikliğiydi.
Donalt Trump’ın yüklü silah satış yaptığı Suudi Arabistan’a, Sünni Arap Nato’su oluşturma önerileri de Ortadoğu’da suların daha uzun süre durulmayacağını gösteriyor. Arap (Sünni) Nato’sunun yeni bir askeri birlik olarak, terörle mücadelede, İran’ın bölgedeki gücünü zayıflatmak amacıyla neler yapabileceği tartışılıyor. Öncülüğünü İsrail, Suudi Arabistan ve Qatar’ın yapabileceği bu Arap Nato’sunda, Kürtlerin yer alıp almayacağı da tartışılıyor. Şüphesiz Kürtler de bölgede önemli bir aktör. Onlarsız hiçbir çabanın bölgede barışa hizmet etmeyeceği herkesin malumudur.
Türkiye’nin de Nato dan terörle mücadelede, daha çok beklenti içinde olduğunu en yetkili ağızdan belirtmesi gecikmedi. Ancak Türkiye’nin ABD’den, YPG’nin de terör listesine alınma istemi, silah verilmemesi talepleri, beyaz sarayda Erdoğan-Trump görüşmesinde de kabul görmeyerek sonuçsuz kalmıştı. İçerdeki birikmiş sorunları, şüphesiz Türkiye’nin, AB, ABD ve Nato ilişkilerini de olumsuz etkilediği doğrudur. Almanya ile İncirlik Üssü, AB ile Kürt sorunu, göçmenler ve vize sorunu, idamın tekrar getirilmek istenmesi, Ohal ve daha birçok benzer konudaki olumsuz politikaları işini zorlaştırmaktadır. ABD’nin Rakka sürecinde son dakikaya kadar, Türkiye’yi de yedekte tutacak, sihirli bir Nato formülü bulacağı tartışılıyor. Bu konuda ABD’nin politikalarının netleşmesinde, Rakka’da Deaş’ın direncinin belirleyici olacağı da tartışma götürmez.
Ayrıca, Türkiye için bir olumlu gelişme de oldu. 25 Mayıs’ta Brüksel‘de yapılan Nato toplantısı süresince AB’nin yetkilileriyle yapılan ikili görüşmelerde, kendilerine sürdürdüleri yanlış AB politikalarına rağmen, yeniden bir yıllık daha kredi açıldı. Bu da olumlu karşılandı. AB konseyi başkanı Donald TUSK, görüşmeden sonra, yaptığı açıklamada, ‘’Türkiye ile ilişkileri geliştirmek istediklerini, ama görüşmede ağırlığın insan hakları konularında olduğunu’’ belirtmekte de gecikmedi.
Nato’nun kolisyona katılma kararı alması, Rakka operasyonu sonrasında yeni bir şekillendirme planı olduğu görülüyor. Türkiye sınırında, şu an zaten ABD, RUSYA VE YPG güçleri var. Türkiye’nin dış politikası ve olumsuz çabaları da Suriye’nin federal bir sisteme geçişini engelleyici bir güce ve performansa sahip değildir. ABD koalisyonun ve Rusya’nın Suriye’de Deaş’a karşı, SDG/YPG ile hareket ettiğini biliyoruz. Bu duruma Türkiyenin defaten itirazı, vereceği her türlü tavize rağmen, sonucu değiştirmeye yetmedi. ABD’nin çift kartla hareket ettiğini, bunun için Türkiye’yi de yedekte tutmak istediklerini biliyoruz. Şengal ve Kandil’de PKK’ye karşı, Türkiyenin operasyon yapmasına ses çıkarmaması, yeni silah alımları sözü vermesi de, bu politikarın bir sonucu.
Bölgede meydana gelen gelişmeler gösteriyor ki, 21. Yüzyılın ilk çeyreğinde, yüz yıl boyunca yapılan yanlışların önemli bir kısmı tekrarlanmayacak. Bu defa herkes, Kürdistan’daki gelişmeleri de dikkate almak zorunda. Küresel güçlerin yeni orta doğu stratejileri, bu gerçeği artık göz ardı edemez. Yeni stratejik denklemde, Kürtler, kaderlerini özgürce belirleme, ulusal demokratik haklarına, özgürlüklerine kavuşmuş olarak gireceklerdir. eşitlik temelinde sorunlarının çözüm bulduğü, örgütlü, güçlü bir şekilde, çağdaş Dünya’nın yanında yer alacaklardır. Bu durum, şüphesiz, kürtlerin de, bulundukları dört ülkede, ulusal demokratik bir program etrafında hareket etmelerini de zorunlu kılmaktadır. Kürtlerin birlikte yaşadığı halkların da bu gerçeği kabul etmeleri, devletlerinin yanlış politikalarına karşı durmalarını beklemek de Kürtlerin hakkıdır.
Yazarımız
-
Mühendis.
Harita mühendisliğini Selçuk üniversitesinde okudu. Aslen Xalikanlı, Ankara yaşamakta.