Feridun Hayati ÜnüvarYAZARLARIMIZ
Medeni Kanuna rağmen: KÜÇÜK KIZ ÇOCUKLARININ EVLİLİĞİ
Medeni Kanuna rağmen :
KÜÇÜK KIZ ÇOCUĞUNU EVLENDİREN ZİHNİYETİN, TÜRKİYE’DE NEDEN ve NASIL ZEMİN BULDUĞUNU, DÜŞÜNDÜNÜZ MÜ..?
Ülkemizde ve Ortadoğu’da varlığını asırlardır sürdüren egemen kültür, şüphesiz Arap Kültürü’dür.
Arap Kültürü’nün adet, gelenek, görenek ve inancına objektif ve bilimsel bir şekilde bakılıp incelendiğinde görülecek ki, coğrafyamızdaki kadınlar, erkeklerle hem eşit değiller ve hem de daima eril zihniyetin müsaadeleri ve emirleri altında ezilip yaşamaktadırlar.
Dolayısıyla kız çocuklarına ve kadınlara, erkeklerden ayrıcalıklı yapılan kötü muamelenin temelinde, Arap Kültürünün ve inancının olduğunu görmek, hiç de zor değildir.
KÜÇÜK KIZ ÇOCUKLARININ EVLİLİĞİNİN ve Kadınlara yapılan şiddet ve ayrımcılığın, Arap ülkelerine göre Türkiye’de az olması, belki tesellimizdir.
Kadınlara yapılan şiddet, ayrımcılık ve baskı uygulamalarına karşı çıktığımız gibi, küçük kız çocuklarının evlendirilmelerine de göz yummayıp karşı çıkmak, onurlu ve demokratik bir davranıştır.
İnançların, tarikatların ve tanrılarının arkasına sığınan cani Arap yobazları ; kadınlara yaptıkları baskı, şiddet ve zorbalıkları kendilerine verilen dinsel bir hak gibi görmektedirler.
Erkeklerin sahip olduğu böylesi eril bir anlayışın, Arap aleminde egemen olduğu, kadın ve erkek arasındaki akıl almaz eşitsizliğin devam edip gittiği ve bölge ülkelerine de yansıdığı, günümüzün gerçekleridir.
Arap Kültürü’ndeki bu ayrıcalıklı ATAERKİL diye tanımlanan erkeklere tanınan bu avantajlı yaşam, bölge ülkelerini de etkilemektedir. Erkeklerin üstünlüğüne dayalı bu yaşam tarzının üstesinden Ortadoğu Demokrasileri de gelememekte ve erkek egemenliği acımasızca ve gaddarca devam edip gitmektedir.
Kısasa kısas denen İlkçağ kültürünü de yaşatan ve devam ettiren, birbirlerini boğazlayan bu yobazlar, din adına coğrafyamızda maalesef barbarlıklarını sürdürüyorlar ve aramızda dahi, yaşayabiliyorlar.
Öteden beri bilinen bu barbarlıklara ve Arap hegemonyalıcığına karşı, sanırım ; Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde bazı önlemler alınmış, milli bir benlik ve birlik yaratma ve geliştirme çabasına girişilmiş..
Bu konudaki planlananların, amacına ulaşıp-ulaşılamadığı ve ne kadar başarılı olup-olunmadığı da açıklanmamıştır.
Ormanları kesip, dağlara taşlara :
”Türkiye Türklerindir”
”Ne mutlu Türküm diyene”
..gibi ve benzeri yazılar yazıp-yazdıranların, bunların nedenlerini anlatmaları gerekmez miydi..?
Bunları yazdıranların, başkaca amaçları da mutlaka olmuştur ama, yazımın konusu bu olmadığı için, bunlara şimdi burada değinmeyeceğim.
Ülkemizde Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki Türkleştirme gayretlerinin, çok geçmeden yerini hızla araplaştırmaya bıraktığı ve bu istikamette devam ettiriliği de, bugün açıkça görülmektedir.
Ayasofya’yı Müze’ye, sonra da camiiye çevirenlerin zihniyetlerinin birbirlerinden çok farklı olmadığı halde ; bugün, sanki 2 zıt siyaset gibi lanse edilmeleri de çok ilginçtir.
Türkiye’de birbirlerinin muhalifleri ya da zıtlarıymış gibi gösterilmeye çalışılan, AKP Sağ ve CHP Sol siyasetinin, aslında, birbirini tamamlayan kolonlaşmış bir siyaset olduğu, açıkça görülmektedir.
Görünen köy kılavuz ister mi..?
Baksanıza ;
Konuşulan ve susturulan dilleri bi tarafa bırakalım, resmi dilimiz Türkçe’yi dahi umursamazcasına ibadet mekanlarında, yazmayarak ve kullanmayarak, nasıl da herkesi araplaştırdılar…?
Korkunç ki, ne korkunç..!
Bu konuda bakın, nasıl da uzlaşıp anlaşıyorlar..
“Ben senden daha da müslümanım”
.. diye nasıl da birbirleriyle yarışıyorlar..?
Bu durumları ; camii, mescid gibi ibadet mekanlarına Türkçe değil de, Arapça yazılar yazdırıp astırdıkları levhalardan rahatça anlamak mümkün.
Bunları sorgulayıp dilimizi, inancımızı yaşama ve geliştirme derdinde olmayan bir millet olduğumuz, ne yazık ki, ayan beyan ortada..!
Korkudan susan..
Sustukça korkan..
Kişi olmaktan kaçıp sürüye dalan..
..bir toplum olmaktan ne zaman kurtulacağız..?
Bunlar, sorgulanmasa da.. yazılmasa da. yaşayıp gördüğümüz acı gerçekler.
Üzüldüğüm bir başka nokta da ;
Ulusal egemenlikten söz edenlere, dilimizi neden arapçalaştırdıklarını.. soramamamız.
Bunlar, nasıl görmezden gelinir..?
Bir ulusu yaşatan dil değil midir..?
Din kültürümüzün uygulanışını konuşamamak bile, ürpetici geliyor bana.
Allah’ın dilini ben, benim dilimi Allah’ın anlamaması ve anlaşabilmemiz için bir tercümanın aramıza girmesi, ne kadar düşündürücü ve üzücü.
Türkçe’ye verdiğimiz önem, Türklüğe verdiğimiz değer bu muydu.?
İlkokul sıralarından beri övündüğümüz ve yaptığımız Türk’ün tarifi nasıldı..?
Hatırlayalım..
Türk ; merttir, cesurdur, hak yemez, ezmez, esaret altında yaşamaz ve yaşatmaz, dürüsttür, temiz kalplidir, namusludur, temizdir, medenidir, yasalara uyar ve kurduğu devletine bağlıdır, saygılıdır, çalışkandır.
Egemenlik meselesi ve kavramı da, içi boş.. sesi hoş, bir kavram değildir.
Göz göre göre, hepsinin içi boşaltıldı.
Egemenlik, bir ulusun kendi diliyle ibadet etmesi, yemesi.. içmesi, yaşaması değil midir..?
Bir koltukta 2 karpuz taşıyanlar gibi Türk ve İslam olguları kullanılarak ‘yerli ve milli” denilerek uygulanan dayatmaların, demokratik sistemle ne alakası vardır..?
Kuvvetler ayrılığının ve eşitliğinin olmadığı Arap Çorbası’na dönmüş bir sistemin, demokrasiyle, uzaktan yakından bir alakası yoktur.
Demokrasinin olmadığı yerde de, elbette sorgulama yapılamaz.
Herkesin kendisini ve dayatılan demokrasiyi sorgulaması ve yaşananları doğru değerlendirmesi gerekir.. diye, düşündükçe düşünüyorum.
Bu düşüncelerle ;
-çocuk evliliklerini benimseyip yaşatanlara..
-kan kültürünü devam ettirerek, yaşayanlara..
-kutsadıkları Arapça diliyle dilimizi, arapçalaştıranlara..
-canileşen, barbarlaşan inanç istismarcılarına..
– insan haklarını ve bireysel özgürlüklerini yok sayanlara..
-analara, kızlara, çocuklara kıyıp savaş ve katliam yapanlara..
-haksızlıklara susup, göz yumanlara..
-demokratik toplumun gelişimini değil, feodal sistemin devamını destekleyen emperyallara..
ezilen tüm dünya halklarının uyanıp, birleşip, mücadele etmelerini istiyorum.
İnsanlık onuruyla, sevgiyle.. sağlıcakla kalın.
Yazarımız
- Aslen Konya'nın Seydişehir ilçesinden. İvriz ilk öğretmen Okulu mezunu olduktan sonra Kuşca’nın Büyük Yayla ilkokulundan öğretmen olarak çalıştı. 1970’li yılların başında Danimarka’ya geldi. Danimarka’da Türkçe eğitim vererek öğretmenlik mesleğine devam ederken, sosyal danışmanlık eğitimini bitirdikten sonra, 5 yılda hukuk okumuştur.