
Sanırım mart ayıydı. Necati heval’ın hastalandığını ilk o zaman duydum. Hemen telefonla aradım.
O yanık sesiyle, “Evet ya Celal, hastalandık. Ben de hiç anlamadım,” dedi. Hastanedeydi.
Ertesi gün onu ziyarete gittim.
Birkaç arkadaşıyla bekleme salonunda oturuyordu. Hal hatır sorduktan sonra hastalık sürecini biraz anlattı.
Kızgındı. Doktorların ilk başta şikâyetlerini pek ciddiye almadığını söyledi. Bel ağrılarını hep kas ağrısı olarak değerlendirdiklerinden yakınıyordu.
Bir akşam, uyumak için yatağa girmeye çalışırken kolunun aniden kırıldığını anlattı. Kendisi ve eşi büyük bir şok yaşamışlar.
Hemen hastaneye kaldırılmış ve o andan itibaren hastalık süreci başlamış.
Kol tedavisi devam ederken, yapılan kontrollerin ardından hastalığın ileri safhada olduğu kendisine söylenmiş.
Hastanede otururken bir ara Necati, “Celal, biraz yürüyelim,” dedi.
Hvidovre Hastanesi’nin uzun koridorunda birlikte yürümeye başladık.
Bir süre sessizlik oldu. Sonra bana dönüp, yavaşça şöyle dedi:
“Celal, ben aslında ölümden korkmuyorum ama… çocuklarım, torunlarım için üzülüyorum.
Onları görmeden, onların hayatlarının bir parçası olamayacağıma üzülüyorum. Evet, en çok buna üzülüyorum.”
Sanki gözlerimin içine bakarak bir umut, bir ışık arıyordu.
Bir süre sessizlik oldu, ardından devam etti:
“Duydum ki Küba’da kanserin ilacını bulmuşlar,” dedi.
Sonra bana bakarak, sanki fikrimi tartmak istercesine,
“Acaba diyorum, oraya gitsem mi?” diye sordu.
Cevap vermek benim için çok zordu.
Onu hayal kırıklığına uğratmak istemiyordum, ama aynı zamanda gerçeği de söylemem gerekiyordu.
Doktorların yaptığı gibi umut verip hayal kırıklığı yaratmak istemezdim.
Ona dönerek dedim ki:
“Necati, seni çok iyi anlıyorum. Bu duyduğun şey sana bir umut veriyor.
Ama Küba’nın kanser tedavisi konusunda ne güçlü bir eğitim ne de gelişmiş bir sağlık altyapısı var.
Ben birkaç ay önce oradaydım; sağlık sistemi neredeyse çökmüş durumda.”
Necati, o kendine has yanık sesiyle,
“Öyle mi diyorsun?” dedi.
“Evet, maalesef,” diye devam ettim.
“Ama Danimarka’da kanser tedavisi o kadar da kötü değil.
Sen doktorlarının önerilerine ve tedaviye devam et.
Ve en önemlisi, kalan zamanını çocuklarınla ve torunlarınla geçir.
Onlarla birlikte güzel anılar biriktir. Bu hem seni mutlu eder hem de onların seni daha çok yaşaması, tanıması anlamına gelir.”
Yavaş yavaş tekrar oturma bölümüne döndük.
Sanki Necati biraz daha rahatlamış, o üzerindeki tedirginliği atmış gibiydi.
Birbirimize sarıldık ve ben hastaneden ayrıldım.
Ne yazık ki aradan yedi ay geçtikten sonra onu kaybettik.
Bugün onu sonsuzluğa uğurladık.
Onu öyle çok seven vardı ki…
Onun bedenini bugün Kürt renkleri ve kırmızı güllerle toprağa verirken, sanki sevgisinin bizdeki ölümsüzlüğünü onaylıyorduk.
Belki de Necati heval, bu yüzden demişti:
“Ben ölümden korkmuyorum.”
Oxir be, heval Necati.
Not: Necati arkadaşın kusca.com’daki yazılarını şu linkten okuyabilirsiniz: https://www.kusca.com/author/n_gezen/
Yazarımız
-
Kuşca'da doğdu. ilk ve orta eğitimini Kuşca ve Cihanbeyli'de yaptı. Lise ve üniversite eğitimini Danimarka'da bitirdi.
Daha önce sosyal pedagog ve öğretmen olarak çalıştı. Psikolojiyi yüksek lisans seviyesinde bitirdikten sonra, 2004 bu yana psikolog olarak çalışmakta.
Son yazıları
Celal Deveci25/10/2025Ölümden korkmuyorum, ama…
Celal Deveci24/10/2025Olmadı ya, Heval Necati
Celal Deveci07/11/2023Kuşca bir değerini kaybetti
Celal Deveci19/04/2020Kuşca’lılar corona virüsünü kapmazlar mı?
