Reşwan Aşireti Üzerine
Başta şunu yazayım ki; ‘Reşwan’ ismi, Osmanlıların Reşi Federasyonu için kullandığı ve tam olarak Türkçeye çeviremediği nadir isimlerden biridir. Buna benzer daha bir sürü Reşi ismi de saymak mümkün… Bunun yanında yüzlerce Kürt Aşiretinin isimlerini Türkçe olarak kayıtlara geçtiklerini ve bunun bir çok karışıklığa neden olduğu da bilinmektedir. Biz, yani Kürt aydın ve yazarlarının ise doğru-orijanal ismi kullanmasının büyük bir görev olduğunu hatırlatmak istiyorum.
Yazınızın bir paragrafında: ‘Diğer taraftan Osmanlı’nın, Kürtleri, İç Anadolu’ya Osmanlıyı temsil eden ‘hilal’ şeklinde yerleştirdiği iddia ediliyor. Hilal’in içine Reşwan Aşiret Federasyonu’na mensup aşiretlerin yerleştirildiği, dışına da diğer aşiretlerin yerleştirildiği de söyleniyor.’ Yazıyorsunuz. Kaynağınızı bilmiyorum ama bu konuda yıllarca araştırma yapan biri olarak böyle bir iddia duymadım. Yalnız, Osmanlının Reşi’leri çok parçalayarak ve geniş bir alana serpiştirmek istediği doğru. Bunu bir çok Osmanlı kaynak ve türk tarih yazarlarının kitaplarında görmek mümkün. Bunun nedeni de şu: Reşiler çok büyük bir organizasyon, federasyon olduğu kesin olan ama konfederasyon-devlet ihtimali de bulunan bu kütle, konar-göçer yaşamında devletin iç düzenini bozduğunu ve bunun devletin yıkımına kadar gidebileceğinden korktuğu içindir. Devlet bunun tercübesini Celali İsyanlarında yaşadı…
Sadece Pıleki ve Cuquri gibi iki aşiretimizi ‘muhacir’ olarak görmezler. Kendilerinden sonra bölgeye gelen bütün Kürtlere bu lakab takılır. Daha önce, 1925 ten sonra, gelenleri de bu sıfatla dillendiririz. Bunun nedeni, kendilerini o toprakların sahibi olarak görmelerinden ve orası için kan döktükleri olabilir. Örneğin bunu: Şexbızın, Canbeg, Sewedi ve benzerleri için kullanmazlar. Bunun sürgün psikolojisi ile ilgisi var diye düşünüyorum: Yani, tarihin büyük bir kesiminde sürgün bir yaşam sürmüş ve sonunda Orta Anadolu da silkeyi yere çaktığı için burayı vatan biliyor. Sonradan gelenlerin de kendi vatanlarını bırakarak geldiklerini bildikleri için böyle davranıyor olabilirler. Hatta bunu şöyle de tercüme edebiliriz ki: vatanını terk edenleri küçük görme olayı var ve bunun kabul edilemeyeceğini dolaylı bir şekilde yansıtıyor. İkincisi de; kendisini daha büyük ve daha değerli gören bir düşüncenin sonucuda olabilir. Bunun bir benzerini de, konar-göçer aşiretler ile şehirli Kürtler arasındaki çekişmede de görebiliriz. Göçebeler kendilerini hakiki Kürt olarak yansıtır…Veya kendisinden olana karşı aslan kesilme psikolojisi olabilir…Ki bu konuda kendi aralarında da acımasızlardır. Yani, kendi aralarında da: bölgesinde köyünü, köyünde kabilesini ve kabilesinde de kendisini büyük gören bir anlayış hakim. Tabiki bunun nedenlerini daha derinlerde bulmak mümkün. Örneğin: Bizim köyün en yaşlı insanı olan rahmetli Mıle Hemi Kur (1996 da öldüğünde 102 yaşındaydı) bana anlattı: “Ben birgün kuyu başında duran bir köylümüze yaklaştım ve: Aslanım artık sizden adam çıkmaz! Dedim. Delikanlı neredeyse beni dövecekti. Bende, ‘sinirlenmene gerek yok, madem sinirlenecektin kızını niye kırmızı şalvarlılara (Sewediler) verdin? Bu bizim gelenekte yoktur! “ dedim diyor. Adamı küçük düşürerek bunu söylediğini ima etti. Bilinirki, bizimkiler yakın akraba evliliklerine rağbet eder. Köyünden olana da kız verir ama kendi aşiretinden olupta başka köyde oturana (Yeniceoba ile Hecilera gibi) zorlanarak verir. Veya evde kalmışları, dulları verir… Bu, o toplumun bir sosyal realitesi…Kapalı toplumların tipik özelliklerini yansıtır. Veya azınlık-sürgün psikolojidir ki hep kayıp olmaktan ve zayıf düşmekten korkar. Bu nedenle, kendisi ile beraber bu yöreye gelmiş diğer bir aşirete kızını vermeyen veya vereni küçük gören bir anlayış sadece bizim 1960 ta gelenlere karşı olan bir durum değil.
Aynı ağıtlara sahip olmadığımızdan yola çıkarak: “Fakat bir asrı aşkın İç Anadolu’da yaşayan Kürtler’de bu tür ağıtlara rastlayamıyoruz veya daha doğrusu ben bu tür bir ağıtlara rastlayamadım. Bu, ister istemez İç Anadolu Kürleri’ne Anadolu’ya sürgünlerinde nasıl bir propaganda uygulandığı konusunda belirsizlikler yaratıyor.” Diyorsun. Aynı ağıtlar onlarda da var. Ayrıca bir asır da değil, tam üç asırdır gelişimiz… Anadoluya olan sürgünlerde de bir belirsizlik yok dostum. Ayna gibi meydanda! Osmanlılar, hatta Selçuklular bizim Anadolu daki Kürtler ile top oynar gibi oynamış; oradan oraya sürmüş, dağıtmış, katletmiş…daha doğrusu bir jenosit uygulanmıştır. Bunun gerekli belge, bilgi ve fermanları mevcuttur. Anadoluya geldiklerinde orası insansız ve yerleşimsiz bir çöldü; bu nedenle oraya yerleşmelerine müsade edildi. Çevresindeki verimli topraklarda da Türkler yerleştirilmişti. Yoksa biz bugün Suriye’nin Hama, Humus ve Rakka şehirlerinde de olabilirdik. Veya diğer kardeşlerimizin yaşadığı İran-Xorasan’ı veya Afganistan-Herat’ında da olabilirdik. Keşke hep birarada olsaydık! Ya Xorasan, ya Anadolu, Ya Suriye veya en güzeli de Kürdistan da olsaydık! Ya şimdi: aramızda binlerce km mesafe var, kimimiz asimile oldu, kimimiz birbirinden soğudu ve 500 yıl önce aynı dili konuşan ve ruhi şekillenmesi aynı olan insanlar, neredeyse artık birbirini anlayamaz ve hisetmez olmuş!…
Şunu kesin bir dille belirteyimki; Anadoludaki Kürtler hiç bir zaman, bazılarının yazdığı gibi, hayvanlarının arkasına takılarak geze geze Anadoluya gelmediler. Bu kesindir ve artık kabul edilmelidir! Bunlar savaştan sonra buraya sürüldü. Geri gelmemeleri için yollar tutuldu ki buna: ‘Derbend Teşkilatı=geçiş kapısı teşkilatı’ da denilir. Bizim için de tutulan yer Kesik Köprüdür. Bu hem yaşlıların ifadelerinde hemde tarihi kayıtlarda mevcuttur.
Yazınızın bir diğer paragrafında: “Yeniceobalıları en çok rahatsız eden de bu hızlı ekonomik gelişmeler. ‘Kasabamıza sonradan geldiler ve şimdi kasabamızı ele geçirmeye çalışıyorlar’ gibi bir bahane herkesin dilinde. Yani çok uzun bir süre geçmesine rağmen hala onları Yeniceobalı olarak kabullenemiyorlar.” Diyorsun. Bu her yerde görülen bir psikoloji. Yani bir tek Yeniceobaya mahsus değil. Daha dün bu korkunun acı sonuçlarını yaşadık!.. Tabi bunu körükleyen ‘gizli düşmanlar veya provakatörler’ de mevcut ve bunu hiç bir zaman gözardı etmemeliyiz. Bizi Anadoluya süren güç dün de bizim birliğimizden korkuyordu; bugünde korkuyor… Bu nedenle varolan psikolojinin üzerine körükle gidenleri hiç unutmamak gerekir.
Peki biz bunun önüne nasıl geçeriz? Bizim için can alıcı nokta bu sorunun yanıtında yatmakta ve hepimiz bunun yanıtını aramalıyız. Aynı ulusun insanlarıyız; aynı dili, dini ve kanı taşıyan insanlar olarak neden böyle davranıyoruz. Olmaması gerekirken oluyor, buda bizim daha tam olarak ulusallaşmadığımızı gösteriyor. Bunu gerçekleştirmiş olsaydık eğer, bunu yapmaz, önyargı taşımaz, nereden veya nezaman geldiğine bakmadan ulusumuzun diğer neferlerine aynı seviyede yaklaşırdık. Tasa da ve kıvanç ta beraber olmayı öğrenirdik…Bunun başarılması içinde başta yapmamız gereken halkımızın bilinç seviyesini yükseltmek olmalıdır. Yani onun tarihini, dilini, kültürünü, eski dinini ve geleceğini kavratırsak sanırım bunu aşarız. Bunun içinde hepimize; başta kültürel olmak üzere bütün kurumlara, aydınlara, yazarlara büyük görevler düşmektedir.
Şoreş Reşi