Feridun Hayati ÜnüvarYAZARLARIMIZ

HACI FENER’İ HATIRLAMAK

Konya, Cihanbeyli’nin Kuşça Köyü’nün Büyük Yayla Mahallesi.

İlk öğretmenlik yaptığım köy, okul ve öğrencilerim..
Yıllar oldu.
Resmi görünce, duygulandım ve yorum yapmadan geçmek istemedim.
Hazırlıksız yakalandım.
Yorumdur deyip, yazmaya başladım. 48 sene önceki yaşadıklarımı..
Bakalım becerebilecek miyim..?
Zira bu yazım, hâlâ resme bir yorum.

haci_fener
Büyük Yayla’da 1966-1968 yılları arasında 2 ders yılı öğretmenlik yapmıştım.
5 sınıflı, tek öğretmenli, 86 öğrencili halkının tamamının Kürt olduğu bir yerdi bu Büyük Yayla. Yolsuz, susuz, elektriksiz, gazsız, araçsız, çeşmesiz bir köy.
Tek yeşil ağaç yoktu. Çoraklıktan yarılmış tuzlu toprak, kemikleşmiş ve ayakkabılı da olsam yürürken tabanlarıma bıçak gibi batıyor.. ayağıma yaralar açıyordu.

Tayinim bu köye çıktığında , sınıf arkadaşlarım benimle alay etmiş .. Burasının bir Kürt köyü olduğunu söyleyerek, beni korkutmuşlardı.
Ben de Konyalıydım. Seydişehirliydim. Farklı Türkiye’deki diğer etnik kökenden olanları ve farklı inançtan insanları maalesef yeterince tanımıyordum.

Köyüme geldiğim ilk günü, hiç unutamam.
Köyün Türkçe bilen hatırı sayılan önderlerinden rahmetli Mahmut Demir’in evine Yayla’nın büyükleri, köyün ileri gelen erkekleri toplandılar. Köylerine ilk defa bir okul açılmış ve Ankara onlara bir öğretmen göndermişti. Bunu bir başarı olarak görüyorlar ve seviniyorlardı ki, öğretmenin geldiği duyulunca, koşup görmeye gelmişlerdi..
Bir oda ağzına kadar erkekle doldu.
Hoş geldiniz, diyen geldi oturdu.
Sonra tabakalar, halının üzerinden kaydırılarak birbirlerine gönderildi..
Gümüş tabakalar. Kimisi ay yıldızlı, kimisi sade, kimisi de aynalı.
İlk defa bayrağımızın ay ve yıldızını tabakalar üzerinde yamuk, yumuk ve çirkin bir halde görüyordum.
Bayrak, vatan, Atatürk gibi okurken öğrendiğim değerlere, ters gelmiş bozulmuştum fakat tepkimi belli etmeyip, gizlemiştim.
Tütünler, itina ile sigara kağıtlarına konup başladılar sarmaya..
Hem sarıyorlar, hem soruyorlardı.
Fosur, fosur içmeye ve aralarında konuşmaya başlamışlardı.
Hepsi, badır.. budur Kürtçe konuşuyorlar ve içlerinden Türkçe bilenler bana arada bir soru sorup, beni tanımaya çalışıyorlardı.

Bir odada 30’zu aşkın erkek olmuştuk.
Henüz 18 yaşındaydım.
Sabah 8’de çıktığım Seydişehir’den buraya gelmem 8 saat sürmüştü.
Açtım, yorgundum. Tedirgindim.
Demli yapılan çaylar ikram edildi, içiyorduk.
Sigara dumanından, koyu çaydan ve anlamadığım lisandan kafam dönmüştü. Durumumu hissettirmemeye çalışıyor, kendimi sıkıyordum.
Fakat fazla dayanamadım.
Gözlerim karardı, iyice fenalaştım.
Dışarıya çıkmak istedim, ayağa kalktım ve odada düştüm.
Yardımcı oldular , dışarıya aldılar. Afedersiniz kustum. Bayılmışım.
Başımı yıkadılar, yüzüme kolonya sürdüler. Çok geçmedi ayıldım.
Meğer aç karnına, koyu çay dokunmuş ben nazik şehir çocuğuna.

Ayıkınca, başladım ağlamaya..
Rahmetli Mahmut Demir amca :
-oğlum ne ağlıyorsun..? dedi.
Dedim :
Mahmut amca ben burada öğretmenlik yapmak istemiyorum.
Bırakın beni gideyim.
-sordu : Niye oğlum..?
Dedim :
-siz Kürtsünüz, konuştuklarınızı anlamıyorum..
-ben Türk öğretmeniyim, siz Kürtsünüz.
Kafam hala dönüyor, kendi kendime hangi ülkede olduğumu sorguluyordum.
Kafam dönüyor, hala kendimde değilim.
Ne dediğini.. ne diyeceğini bilmeyip karıştıran, fakat Mahmut amcayı sorgulayan, hesap soran biri olmuştum.
Dedim :
-Mahmut amca burası neresi..?
-Burası Türkiye mi..?
-Siz, buraya nereden geldiniz..?
-Neden, Türkçe konuşmuyorsunuz..?
-Ben burada öğretmenlik yapmam.. deyip, başladım zırlamaya..!
Bakıştılar, tekrar kolonya getirdiler.
Dediler bu daha ayılmamış ..!
Başladılar tekrar başımı yıkamaya.. kolonyalamaya 🙂
Ve beni uzatıp sırt üstü yatırdılar.
Hatip amcalar otudular başıma. Milleti dağıttılar.
Zannettim beni okuyacaklar.
Zira Seydişehir’de, biri böyle fenalaşsa; hemen bir hoca getirirler ve başlarlardı okutmaya.
Köyün müftüleri Hatip amcalar, öyle yapmadılar.
Başladılar beni teselli etmeye..
Oğlum biz sana iyi bakacağız.
Biz Kürt’üz ama, hem de Türk’üz..İyi insanız.
Bir dünya dil döktüler. Sonunda ;
Beni ikna ettiler, yatıştırdılar.
Lüzumsuz soru ve tepkilerimi de acemiliğime.. toyluğuma verdiler.
Olgun davranıp, hemen samimi bir ortam yarattılar.
Derken ev sahibi Mahmut amca bağırdı, 2 bayan birden el pençe divan geldiler. Mahmut amca meğer 2 evliymiş. Tam bir Osmanlı Paşası gibi otoriter, kalın kaşlı, gür sesli, babacan bir adamdı rahmetli. Yemek yapmalarını söylemiş.
Fazla geçmeden sofra kuruldu, yemek geldi.
İri taneli bulgur pilavı, yanında koyun yoğurdu.
Yemekten sonra, aklım başıma geldi. Gözlerime de ışık.
..
Öğretmen olduğumu hatırlayarak, haydin okula gidelim, artık dedim.
Dediler, oğlum burada okul yok.
-Ne..? Okul mu yok..?
Dediler :
Oğlum, Devletin gücü yok yapmaya. Bizim de yaptıracak dermanımız yok.
Okul yapın, öğretmen verelim .. dediler.
Yapamadık, yıllardır da öğretmen vermediler.
Geçen sene köye göçen Harmankaya’nın 2 odalı bir evi vardı.
Orayı okul yapacağız.. diye, müracaat ettik.
Müfettiş geldi, rapor verdi. Tamam burası okul olur.. dedi.
Dediler :
Yarın oraya gideriz bakarsın.
Köyün en iyi evi.
Çocukları orada okutacaksın.
..
Ertesi gün sabah kalkınca ilk işimiz eve gitmek oldu.
Evi açtık, girdik içeriye.
İçeride ne masa, ne sandalye, ne sıra ve ne de kara tahta var. Tebeşir de yok.
Çıldıracağım..
..
2 aydır tam gaz çalışıyorum. Ne tenefüs var ..ne zil çalma var.
Öğrencide önlük, öğretmende kravat, okulda tuvalet yok.
Sabahtan akşama kadar eğitim.
Türkçe öğreteceğim.. diye, tane.. tane kelimeleri telaffuz edeceğim diye bağırmaktan, bademciklerim iltihaplandı. Şiştiler. Boğazımı tıkadılar.
Nefes alamamaya başladım.
Boğazımdan bir şey geçmez oldu.
Acıdan kıvranıyorum.
Öleceğim.
Bu resimdeki Hacı abi, bana dedi ki ;
-oğlum, at arabasını hazırladım sabah seni Cihanbeyli’ye götüreceğim..
Sabah saat 6 da yola koyulduk.
Hacı abi at arabasının üstüne yün bir yatak sermiş, üzerimi battaniyelerle sardı , beni yatırdı. Tıngır.. tıngır.. 2o km. uzaktaki ilçemiz Cihanbeyli’ye 5 saatte ulaştık.
Hacı abi beni bakkal Mulla Keçeli abinin oraya bıraktı ve vedalaştık.
Ambulans ve şoförümden ayrılmış ve fakat yeni bir muhteremle tanıştırılmıştım.
Aralarında Kürtçe ne konuştularsa..
Hemen bana simit ve çay getirtti.
Ne simidi yiyebildim, ne çayı içebildim.
Boğazım yara. Hava geçmiyor. Acıdan kıvranıyorum. Ateşler içindeyim.
Anakara’dan gelen ilk otobüse bindirip, yolcu etti Mulla Keçeli abi..

O gün Konya’da ana caddede başladım yürümeye ve levha okumaya.
Yürürken, tabelasında ; Kulak-Boğaz-Burun doktoru diye yazan bir doktor bulunca, sevincimden, gerisini hiç düşünmeden odasına daldım. Halimi gören doktor, ilaç vereceğim, bunları git eczaneden al. Bademciklerin insin. Ondan sonra gel, ameliyat ederiz ..dedi.
Ben, dedim :
-Sen ne diyorsun doktor bey, gitmek mi..?
Doktor bey, ben ne gidebilirim, ne tekrar gelebilirim..
İlçe Milli Eğitimi’nden falan izin almadım.
Benim bademciklerimi ne olur kes, al. Başladım yalvarmaya..
Ağzımı açtırdı, keçi gibi bağırda.. bağırda kesti birini aldı.
Diğerini almayacağım, dedi.
Başladım yine AL diye baskı yapmaya, yalvarmaya.
Doktor dayanamadı, onu da aldı.
Ne iğne vurdu. Ne hemşiresi vardı. Ne de yardımcısı..
O, bir suç işlediğinin farkındaydı belki , ama ben, ne onun yaptığının yanlış olduğunu ve ne de kendi yasal haklarımın ne olduğunu biliyordum. Hiç bir şey bilmiyordum. Ellerim titreyerek, bir aylık maaşımı doktora ödemiş ve arkama hiç bakmadan oradan acılar içerisinde uzaklaşmıştım.

Ameliyat olurken, Seydişehir’de keçisini bağırtan yörük aklıma gelmişti.
Bir gün gündüz vakti, acayip bir keçi sesi geliyordu..
Bir keçi, avazı çıktığı kadar bağırıyor..inliyordu.
Konuşur gibi meleyerek, ortalığı yıkıyordu.
Dayanamayıp sese doğru koştum.
Bir baktım ki bir yörük.
Keçisinin ayaklarını köstekleyip, bağlamış. Boynuzlarından da dut ağacına. Keçinin taşaklarını alıyor. Taşağını alınca keçi daha etli olurmuş.
Zavallı hayvan, acıdan ağlar gibi meliyordu. Hayvana işkence ediyordu.
Dayanamamıştım. Keçiye acımış, adamla kavga etmiştim.
Yapma demiştim.
O da beni bıçakla kovalamıştı. Kaçmıştım.

Doktor da beni, bayıltmadan.. iğne vurmadan.. aynı o keçisini meleden Yörük gibi bağırta bağırta beni ameliyat etmişti.
2 bademciğimi de kesip almıştı.
Şurup ve hap da yazmıştı.
Param yetmediği için ağrı kesici hapı almış, şurubu alamamıştım.
Kan yuta, yuta otobüse bindim..oradan da Cihanbeyli’ye.
Ara vermeden bir cip tutup, köyüme dönmüştüm.
Hacı abi döndüğümü görünce, ne kadar çok sevinmişti.
Beni hemen komşusu Hacı Ömer Gezen’in evine götürüp, tedaviye başlamıştı.
..
Hazırladıkları hasta odasında bir hafta yatakta yattım.
Kefeni yırtmış, ölümden dönmüştüm.
..

2 aylık öğretmenliğimin bedelini, 2 bademciğimle ödemiştim.
Fakat, köyümle bütünleşmiştim.
Bütün köylüler artık benim bir ailem olmuştu..
..
İşte resimde gördüğünüz bu Hacı Fener’i anlatabilmem mümkün değil.
Hacı Fener benim sadece İlk Yardım, acil servisim değildi.
Benim müdürüm, müfettişim, tercümanım, danışmanım, ağladığım zaman anam.. helezelik yapıp isyan ettiğim zaman da babamdı.
Onu, ve insan sevgisini hiç unutamadım.
Hatırladıkça, gözlerim dolukuyor. Boğazım düğümleniyor.
Hacı abi rahmetli olmadan hususi onu görmek için köye gittim.
Onu ziyaret ettim, uzun uzun konuştuk ve helalleşerek istemeyerek ayrıldım.
Gözleri az görüyordu. Sesimden hemen tanıdı.
Ellerimi avuçlarının içerisine aldı, saatlerce bırakmadan konuştu.

Köyü boşalmıştı. Köyünün bu resimdeki çocukları gibi, kendi çocukları hep gurbetteydi. Hepsini uçurmuştu. Yurt yuva sahibi yapmıştı. Kendi de köyü de mutluydu. Gelip, giden ve ihtiyaçlarını göreni vardı. Yalnız değildi. Huzurluydu.
Ve bana hala bir şeye ihtiyacım olup, olmadığını soruyordu.
Hissettirmeden ağlıyordum. Hıçkırmamak için kendimi zor tuttum.
..
Günümüzün Çocuk Esirgeme Kurumu Müdürü gibi çalışan, anasız-babasız-yetim çocuklara kol kanat geren, ihtiyaçlarını alan, okula getirip götüren, dertlilere derman olan ve teselli eden bu değerli insanı ve halkına karşılıksız yaptığı iyilikleri ve hizmetleri unutmak mümkün değil.

Hacı abi, tıpkı rahmetli Aziz Nesin gibi, temiz kalpli.. dürüst.. çalışkan.. yardım sever.. güler yüzlü.. onurlu bir insandı. Nesin’i hatırlayınca aklıma Hacı Fener, Fener’i hatırlayınca aklıma Aziz Nesin gelir. 2 iyi insan.. 2 yüce insan.
Aziz Nesin ile aralarındaki bence, hiç bir fark yoktu.
Rahmetli Aziz Nesin entelektüel ve Ateist ‘ti.
Hacı abi ise, Türkçe okuma-yazma bilmeyen, 5 vakit namazını kılan bir Kürt’tü.
Farklı dil ve kültürel seviyelerde olmalarına rağmen, insani değerleri aynıydı. Farklı olmalarının, insanlık açısından hiç bir önemi yoktu. Her ikisi de insanlık için her fedakarlığı yapan ve ayırım gözetmeden insanların elinden tutan kalpleri insan sevgisiyle dolu, çok yüce adam gibi adamdılar işte.
Bu 2 mümtaz şahsiyetin ortak yanları, insanlığa sahip çıkmalarıydı.
Laf da değil, özdeydiler. ikisi de temiz kalpli, dürüst, açık sözlü, güler yüzlü, şefkatli, yardım sever ve çocukları koruyan mert insanlardı.
Her ikisi de, nur içerisinde yatsın.
..
Hepimizin malumu, Orta Anadolu’nun çorak topraklarında çok zor hayat şartları altında yaşayan Anadolu Kürtleri 1970’lerin başlarında iş bulmak, çalışmak amacıyla köyünü terk etmek mecburiyetinde kaldı.
Köyüm Büyük Yayla insanının bir çoğu da İskandinavya ülkelerine gitti.
Büyük bir göç dalgası başladı yurt dışına.
Köyler boşaldı. Kimsesizler çoğaldı. Neler.. neler..
..
Ama Hacı abi çocukları ve köyünü hiç terk etmedi.
Toprağını sürdü , buğdayını ekti, geçindi.
..
Köyünün tüm insanlarına kol, kanat gerip şefkatini esirgemeyen, bu mübarek insanı unutmak mümkün mü ?
Ben bu vesile ile Hacı abiyi rahmetle, şükranla ve özlemle anıyor, aziz hatıraları önünde sevgi ve saygıyla eğiliyorum.
Cennet mekanı olsun.
Feneri hiç sönmesin.
Ruhu şad olsun.

Yazarımız

Feridun Hayati Ünüvar
Aslen Konya'nın Seydişehir ilçesinden. İvriz ilk öğretmen Okulu mezunu olduktan sonra Kuşca’nın Büyük Yayla ilkokulundan öğretmen olarak çalıştı. 1970’li yılların başında Danimarka’ya geldi. Danimarka’da Türkçe eğitim vererek öğretmenlik mesleğine devam ederken, sosyal danışmanlık eğitimini bitirdikten sonra, 5 yılda hukuk okumuştur.

Daha Fazla Göster

Bir yanıt yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Göz Atın
Kapalı