İskoçyalı
İskoçyalı DAVİD HUME(1711-1766) kuşkucu bir filozoftu. Voltaire ve Rousseau’ nun çağdaşı olarak aydınlanma döneminde yaşadı. Erken yaşlarda felsefeyle uğraştı.” insan doğası üzerine deneme” yapıtı 28 yaşında yayınlandı. Hume bugün en ileri gelen empiristlerden biri diye bilinir.
Aydınlanma filozofları akla başvurmuştu. Onlara göre akıl, önyargıları ve irrasyonel gelenekleri ortadan kaldıracak tek silahtı. Buna rağmen bu akıl anlayışı belirsiz ve net değildi. Bir empirist (deneyci) olan David Hume’a göre iki tür bilgi vardı. Deneysel bilgi ve duyusal bilgi, empirik yoruma göre matematik ve mantıkta gördüğümüz ilişkiler hakkındaki ve bunlara göre düzenlenmiş kurallara dayanan bilgi. Bu iki tür bilişin (bilmenin) ötesine geçen bilgiye sahip olamayız. Hume’un bilgi teorisinde şüphelerin üzerinde olan nedensellik yasası gibi bir merkez yoktu. Kant’ın tepki gösterdiği noktalardan biri buydu.
Bilginin kaynağı nedir? sorusuna Hume şöyle ayrım yaparak cevap verir. ”İZLENİMLER” ve ”İDEALAR”. İzlenimler görüş ve sesler gibi duyusal idrakleri kapsayan güçlü ve canlı algılardır. Ama aynı zamanda nefret ve zevk gibi psikolojik deneyimlerde izlenimlerdir. O halde izlenimler hem dışsal hem içsel algıları kapsar. İdealar da anında tecrübe edilen, duyusal idrak sonucu oluşan, izlenimlere dayanan zihinsel imgelerdir. İdealar izlenimlerden önce ortaya çıkmaz. Duyusal izlenimlerimiz tarafımızdan çeşitli idealarımızı yaratmak üzre birleştirilmiş ve düzenlenmiştir. örneğin ev ideasından, bir hukuk ideasına ya da geometrik bir ideaya kadar her şey olabilir. İdealar içsel ve dışsal izlenimler sonucu ortaya çıktığına göre, bilginin sınırları bu izlenimlere dayandırılan ve dayandırılamayan idealar arasında bulunabilir. Ve bu ideaların soyağacı ya da kaynağının olup olmadığıdır. Başka bir deyişle ideaların tüm unsurları içsel ve dışsal izlenimlere dayandırıla bilirmi? sorusudur. Hume’un bilgi eleştirisi oldukça radikaldir. Ondan önceki düşünürlerin maddi töz fikrini, tanrı fikrini, ve ruhsal töz fikri dahil olmak üzre rededer ve nedensellik ilkesine saldırır. Hume doğal bilimler ve matematik yorumlarında metafiziğe hucüm eder ve eleştirir. Ona göre matematiksel yorumlar ve idealar, gerçeklik hakkında hiç bir şey söylemezler. Sadece kavramlararası düzenler ve aydınlatırlar.
Hume’un nedensellik ilkesine karşı çıkışını ele alırsak . Bilardo toplarının mekanik güçlerle birbirlerini nasıl hareket ettirdiklerini ve etkilediklerini sayısız kere gözlemlediğimizde, gelecekte topların nasıl hareket edeceklerini ve nasıl davranacaklarını bilebileceğimizi iddia edebiliriz. Bir bilardo masasında bu ya da şu hız kütlesi olan A topu ile bu ya da şu hız kütlesi olan B topu ile çarpıştığında nasıl hareket edeceği hakkında nedensel bağlantı yasaları bulabiliriz. Neden ve sonuç arasındaki bağlantı yasaları oluşan nedenlerden hangi sonucun zorunlu olarak ortaya çıkacağını söyler. Hume empirik bilgi teorisi temelinde bu tür nedensel yasaların gerçekten bilip bilmeyeceğimizi sorar ve şöyle der. 1) Herhangi bir şey diğerini takip eder, 2) iki fenomen arasında temas vardır, 3) bu temas sonucunda ortaya çıkan, zorunlu olarak ortaya çıkar. Bu zorunluluğu nasıl bilebiliriz yada bu fikri bize kim verir. Empirik epistemolojiye göre bilginin kaynağı ve kökleri deneydir. Bilardo toplarının birbirlerine çarptıklarını ve birbirlerini takip ettiklerini defalarca gözlemleyebiliriz. Bu birbiri ardına gelme deneydir ve defalarca tekrarlanabilir. Bu defalarca tekrarlanan ve bunun sonucu oluşan bilgiye sahibiz. Buraya kadar iyi. Fakat ortaya çıkan şeyin zorunluluktan ortaya çıktığını nasıl bilebiliriz. Bunun mutlaka aynı şekilde olacağını hangi deney söylüyor bize. Bir ışık ya da ses olarak mı? Bu zorunluluğu görebilir ya da işitebilir miyiz? daha önceden. Elbette değil. çünkü zorunluluk daha önceden göreceğimiz ya da işiteceğimiz bir şey değildir. Öyleyse zorunluluğun bilgisine hiç bir şekilde önceden sahip olamayız.
Neden ve sonuç arasındaki ilişkide duyusal izlenimlerimizin zorunluluğa dair bilgi sahibi olmasak ta, tümevarımla bu bilgiye sahip olabilirmiyiz? Düz bir yüzeyde bir top diğerine çarptığında, çarpan top durağanlaşır. diğer top durağanlaşan topun hızıyla hareket etmeye başlar. Bu deneyimi tekrarlayabilir ve nedensel bağıntı örneğini defalarca gözlemleyebiliriz. Tümevarımsal olarak bunun her zaman böyle olacağını biliriz. Bu nedensel bağıntı zorunluluk sonucu oluşur. Ve Hume’un yanıtı basittir. Biz sadece tecrübe ettiğimizi biliriz. Geçmiş ve gelecekteki durumları tecrübe etmedik, ve geleceğe dair hiç bir deneyimiz yok. Gelecekte ne olacağını bilemeyiz. Hume’un tezi ontolojik (varlıksal) değil, epistemolojik( teorik ya da bilgisel) tir. Başta belirtildiği gibi, Hume’a göre iki bilgi formu vardır. Mantıksal bilgi ve deneysel bilgi. A, B den büyüktür, B, C den büyüktür, öyleyse A, C den büyüktür. Bu mantıksal bilgi kesinlikle doğrudur. A topunun B topuna çarpması bazen farklı sonuçlara yol açabilir. Mesela B topu yüzey boyunca yuvarlanacağına, yukarı zıplayabilir. Yeni deneyimler önce ki gözlemlerin hatalı olduğunu gösterebilir. Bunun doğruluğunu kesin bilemeyiz. Hume’un epistemolojisine baktığımızda geçmişte olduğu gibi, gelecekte de geçerli olması gereken evrensel yasalara yönelik deneysel bilimlerin yüzde yüz doğru olduğu fikrine karşı çıkılabileceğini görmüş olduk. Tıpkı evrensel ahlak yasalarına ulaşmamızı sağlayacak bir akıl olmadığı gibi. Hume’a göre doğadaki değişmez ve zorunlu yasalara ulaşmamızı sağlayacak ne akıl na de rasyonel bir sezgi vardır. Nedensel ilşkiler hakkında bildiğimizin sadece deneye dayandığıdır.
Hume’un ahlak felsefesinde, doğal haklar yani değerler ve normlar bilginin değil duyguların ifadesidir. Hume’un tezini şöyle kurgularsak. Bir cinayete tanık olduk diyelim. Katilin bıçağı kaldırdığını gördük. Bıçağı kurbana sapladığını da ve sonra bir çığlık duyduk. Gördük ve duyduk. Rapor ettiğimizde söylediğimiz her şey yalan söylemediğimiz sürece doğrudur. Ama biz iyi niyetle yanlış olan bir şeyide söylememiz mümkündür. Algılarımız bizi yanıltabilir ya da bir film setindeki kurgu cinayete tanıklık etmiş olabiliriz. Ondanda bir takım şeyler ekleyerek abartılı ve olmamış şeylerde söylememiz mümkündür. Burada ki en önemli nokta, bizim doğru ve yanlış kavramlarını nasıl kullandığımız. Ve Hume’ a göre bu eylemi aynı ahlaki düşüklüğü tekrarlamak suretiyle tecrübe edemeyiz. Bir eylemi algılarken, ne ahlaki ne de gayri ahlaki olarak algılamayız. Bu sadece duygularımızla ilgili bir şeydir. Biz eylemleri sadece kötü ya da iyi olarak tecrübe ederiz, sonra da kesinlikle yapılması ya da yapılmaması gerektiğini düşünürüz. Ahlaki değerlerle ilgili her şey , tecrübe ettiğimiz eylemlerden değil, duygularımızla ortaya çıkar. Başka bir örnekle ifade edilirse. David sarışındır dersek. David’in saçlarına bakmamız yeterlidir. David ödevini ya da görevini yapmalıdır dersek, bu ifadenin doğru olup olmadığını öğrenmek için ne ye bakacağız. Bu ifadeyi doğrulamak için bakacak bir şey yok. Empirizm bir şeyi deneyimle ya da duyusal deneyimle bilebileceğimizi iddia ettiğine göre, sonra ki ifadeyi doğrulamamız ya da yanlışlamamız asla mümkün değildir.
Hume, sadece eylemlere değil, eylemi yapan insanların tutumuna karşıda tepkilerimizin olduğunu düşünür. Bu düşünmenin sonucunda onları ahlaken değerlendiririz. ve onların ahlaki kişiliklerine bir kanaat getiririz, der. O yüzden insanların yaptığı eylemlerden yola çıkarak onların kişilikleri ve karakterleri hakkında konuşabiliriz. ve bu eylemler onların kişiliklerini ve karakterlerini belirler. Adalet ve dürüstlük gibi erdemlerin ise, toplum içinde oluşan geleneklere bağlı olduğunu söyler. ve bu eylemler toplumsallaşma sonucu oluşur. ve bu da duygusal tepki vermeye zorlar. Hume’un ahlak felsefesinde, akıldan önce duygular, alışkanlıklar ve gelenekler gelir.
Rasyonalistler, sahip olduğumuz iki tür bilgi olduğunu söylemişti. İç varlığımız ve dünyada ki dışsal olguların deneyimine ek olarak, evrensel olarak geçerli olan hakikatlere dair rasyonel sezgi elde edebiliriz. Rasyonalizm ve Empirizm özellikle bu noktada çatışır. Rasyonalistler sezgi yoluyla tanrı, insan doğası ,ahlakla ilgili evrensel olarak geçerli olan hakikatlere ulaşabileceğimizi öngörmüşlerdi. Empiristler ise rasyonel sezginin bu tür bilgileri verebileceğini rededer. Bilginin ancak duyusal deneyim biçiminde gördüğümüz tecrübeyle elde edebileceğimizi öngörmüşlerdi. Basit bir deyişle empiristler gerçeği ve bilgiyi deneyde ararken, rasyonalistler bunu tek başına kavramlar yoluyla yapabileceğimizi düşündüklerini söyleyebiliriz.
Rasyonalizm ve Empirizm her ikiside kendi yollarıyla açıklığın ve netliğin farkında olmayı uyarmaya büyük katkıda bulundular. 18.yy da aydınlanma sırasında etkili olan iki felsefi akımdı.
Bir sonraki yazıda buluşmak umuduyla…….
Yazarımız
Son yazıları
- Fehmi Sütçü30/06/2011Tarih ve Diyalektik
- Fehmi Sütçü26/04/2011Kopernik devrimi-2
- Fehmi Sütçü24/02/2011Kopernik devromi -1
- Fehmi Sütçü07/08/2009İskoçyalı