Celal DeveciEDİTÖR'DENNUÇEYAZARLARIMIZ

Noel akşamı – Alın bunu, o odaya götürün – 3

15 ve 16 yaşlarında üç çocuk polis arabasının arka koltuklarına oturtularak Cihanbeyli’nin Atçeken mahallesinden ilçe merkezindeki karakola doğru yola çıktık.

40 yıl sonra hatırladığım polis arabasındaki ilk kaygım: ‘Aman kimse bizi polislerle ve polis arabasında görmesin’ idi. Komşular yada oturduğumuz ev sahibi bizi polis arabasında görürse acaba hakkımızda ne düşünür diye düşünmüştüm.

Küçük yaşımıza rağmen, öğrenci olarak kendimizi belli bir sosyal konumda görüyorduk. Bunun zarar görmemesi lazımdı. Komşularımız bizi herhangi bir kriminal olayla bağlantılı olarak görmemeliydi.
Polis arabasının içinde olmanın utancı ve belki de öfkesiyle, dışarıdan görünmemeye çalışıyordum. Yada görünmemeyi umuyordum.

Karakola vardığımızda, polisler bizi komiserin yanına yönlendirdiler. Komiseri daha önceden çarşıda görmüştük. Kızıda bizimle okula gidiyordu. Komiser, uzun boylu, bize göre oldukça yaşlı, şişman ve göbekli bir adamdı.

Komiserin odası küçük, masa ve arşiv dolaplarıyla doluydu. Beni komiserin odasına getirdiklerinde, komiser masada oturuyordu, yanında daktilo başında oturan bir yazıcı polis vardı. Komiser başını kaldırıp yanındaki polise; ‘Bilgilerini kaydedin’ dedi.
Yazıcı polis, önceden daktilo içine yerleştirdiği kağıda ismimi diğer bilgilerimi yazdıktan sonra, komiser başına kaldırarak bana yönelik yönelik ‘anlat bakalım’ dedi!

Hiç hazır olmadığım bir ortamdı, ne diyeceğimi ne yapacağımı bilemiyordum. Komiserin odasında kendimi bir yandan yalınız hissederken, bir yandanda olanları anlamaya çalışıyordum.

Komiser: Bu yürüyüşü kim hazırladı?
Ben: Bilmiyorum.
Komiser: Bu yürüyüşü sende hazırlayanlar arasında var mıydın?
Ben: Hayır, polis amca.
Komiser: Öğretmenler arasında kim katılmıştı?
Ben: Onu hiç bilmiyorum amca..

Der demez , komiser, o büyük ve ağır vücuduyla ayağa kalkıp bana doğru yürüdü. Hiç beklemediğim bir anda, yüzüme vargücüyle şiddetli bir yumruk attı!

O şiddetle vurulan yumrukla beraber odadaki demir arşiv kasabalarının üstüne düştüm. Kasalardan bazıları devrildi.

‘Onu hiç bilmiyorsun? öyle mi o…ç’! diye gürledi.

Şoktaydım.. dilim kesilmişti..

İlk zamanlar komiserin neden ‘Onu hiç bilmiyorsun? öyle mi o…ç’! dediğini anlamamıştım. Ama daha sonraları ikinci cevabımın arasında kullandığım ‘hiç’ kelimesinin bir şeyleri sakladığımın anlamına gelebileceğini öğrendim.
Aslında ‘hiç’ kelimesiyle bir şeyleri kastetmiş değildim. Belki kullandığım o ‘hiç’ kelimesi, o zamanlar yada bulunduğum ortamdan dolayı Türkçeye iyi hakim olmayışımdan kaynaklanan bir söylem farkından kaynaklanıyordu.

Komiser bağırarak! ‘Yılanın başını küçükken ezeceksin’ derken, yüz ifadesinde sanki bir çocuğa karşı bu uyguladığı şiddet ve işkence ona zevk veriyordu!

Odadaki bir başka polis düştüğüm yerden beni ayağa kaldırdı!

Yüzüme vurulan yumruktan dolayı ağzımı açamıyordum, sanki çenem düşmüştü!

Ayağa kalktığımda! Komiser: ‘Alın bunu, o odaya götürün’ dedi.

Kendi kendime sevinmiştim. Polis sorgusunu ‘kolay atlattım’ diye! Komiserin ‘o odaya götürün’ dediği yerin nezarethane olduğunu düşündüm. Buna da sevinmiştim. Belki diğer arkadaşların yanına giderim diye düşünmüştüm.

Komiserin odasından çıkar çıkmaz bir ağlama ve hıçkırık sesi duydum. Birilerine işkence yapıyorlardı.Ortalıkta çok polis dolaşıyordu. Cihanbeylinin yerli polislerini tanırdık. Ama gözüme takılanların büyük bir bölümünü daha önce görmemiştim. Belki o dedikleri ‘toplum polisleri’ bunlardı!

İçimdeki korku kat kat artmaya başladı. Bir yandan ağlaşma ve haykırışlar, diğer yandan onlarca tanımadığım polisler.

Komiserin ‘bunu o odaya götürün’ dedikleri odaya beni iki polis getirdi.

‘Oda’ dedikleri yer çok büyüktü. Oda ortamına bir sessizlik hakidi, soğuk ve bir gariplik vardı!. Odaki tüm sandalye ve masalar bir köşede bir yığın şeklinde üst üste konulmuştu toplanmıştı. Odanın tabanı mozaik betondan yapılmıştı. Yerler ıslaktı.

Polisler beni odanın ortasına aldılar.

Polislerin bana dedikleri ilk şeyler: ‘Konuşacaksın, eğer konuşmazsan seni sakat bırakırız’ ‘bak pisipisine yok olup gidersin’ gibi tehditler oldu.

‘Ellerini aç’ dedi birisi! Tüm gücüyle copuyla ellerime vurmaya başladı!

Benim, diğer arkadaşlarıma götürüyorlar diye umutlandığım yer, bir işkencehane çıktı! Çocuk veya yetişkin demeden insanlara işkence yapıldığı yer! Hem de Cihanbeyli’de. O zamanlar işkencenin olabileceğini beklemediğimiz bir yer.

Ellerimi açarken iki elimi birden açıyordum. Bana işkence yapan polis! ‘Hayır, öyle yapma, ellerini üst üste koy, yoksa ellerini kırarım’ Ellerimi üst üste koyduğumda ellerimdeki acı beş kat artıyordu. Korkudan bağıramıyordum. Kocaman adam durmadan ellerime vuruyordu.

Benden istediklerini alamayan polisler, işkencenin dozajını artırmaya başladılar.

Polislerden bir tanesi, önceden hazırlanmış bir sandalye getirdi. Ve bana bakarak: ‘Ayakkabılarını ve çoraplarını çıkar’ dedi!

Devam edecek

Yazarımız

Celal Deveci
Kuşca'da doğdu. ilk ve orta eğitimini Kuşca ve Cihanbeyli'de yaptı. Lise ve üniversite eğitimini Danimarka'da bitirdi.
Daha önce sosyal pedagog ve öğretmen olarak çalıştı. Psikolojiyi yüksek lisans seviyesinde bitirdikten sonra, 2004 bu yana psikolog olarak çalışmakta.

Daha Fazla Göster

Bir yanıt yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Göz Atın
Kapalı