Mustafa KaraYAZARLARIMIZ

50.Yıl ( 2. bölüm )

İnsanlarımızın hayat hikayeleri bundan 50 yıl önce yalın ayak toprak yollarda yürüyen, çatısız karaörtülü evlerde yaşayan, koyun güden ve sadece tarlalarındaki mahsülün yeşilliğinden,yada ilkbaharda yeşeren otluklarin dışında, bir an kendilerini Avrupanın yem yeşil coğrafyasıda ve sürekli yağmur yağan ıslak kaldırımlarında yürümesiyle başladı.

Buna daha sonra tren garındaki buluşmalar katılmıştı. Onlar için gar tanıdıklarıyla buluşup hasret giderme noktası olmuştu. Burda cekilen fotoğraflarda albümlerimizde yer almıştı.

Gruplar halinde tek odalarda başlayan bir hayat onlari zamanla neler bekleyebilirdi, onu düşünmüyorlardı, daha önce dediğimiz gibi, amaç para kazanip geri dönmekti.

O günden sonra Avrupa ve köy arasında mekik dokumakla geçen bir hayat, insanlarımızda derin izler bırakan bu mekik zamanla bize bircok acı ve sevinci bir arada yaşattı.

Günlük hayatta kullanılmayan yabancı terimler kullanmaya başlanıldı. Hasret, özlem, Hicran, Gurbet, Mektup vs.. alışık olmadığımız bu sözlerin ağırlığı altında hüzün göz yaşları döktü insanlarımız. Okuma yazma bilmeyen insanların kendi evlatlarından yada eşlerinden gelen mektupları başkalarına okutmak gibi.

Bu dönem ayrıca ” Analarımız ” için çekilmesi zor bir dönem haline geldi , onlar için hayat gittikçek zorlaşmıştı. Artık onlar her işe koşuyorlardı. Gündüz tarladaki çiftçi, hayvanlarla uğraşan işçi ve gece çocuklarına bir yemek yapmak için çaba harcayan bir ana.

Zaman geçtikçe Avrupa artık köyde yaşayan herkes için cazibeli bir umuda dönmüştü.
Ve Avrupa gidebilmek için insanlarımız adetede bir yarış içine girdiler.

Sevgilerimizi, aşklarımızı ve hayallerimizi avrupaya ipotek edilmişti . Gencecik insanlar bir umut kapisi, guvence yada sigorta olarak görüldü.

Avrupadan köye getirilen sükseli ve sahte yaşam tarzları bizi herşeyden izole etmişti. Bir hayal dünyasına itmişti. Daha sonra aslinda bu hayatin yapmacik bir olduguna sahit olduk.

Aldığım duyum kadarıyla eskiden Avrupaya giden aile ferdine ağıt yakılırmış, nitekim izne gelirken yine ağıt yakılırmış, şîmdilerde ise çocuğu Avrupaya gitmeyen aile ağıt yakar olmuş.

Artık endişeyle geçen yıllar, ağıt yakılan evler Avrupada sevinç göz yaşlarıyla son bulmuştu. Kendilerine pitansiyelmisci yda modern köle olduklarinin ne kadar fakindaydilar.
Göç edenlerin ardından ağlayan gözlerden süzülen yaşlar bu topraklarda umut yeşermişti.
Topraklarından göç etmiş insanlar bu sefer gönüllü göç etmek istiyorlardı.

Göç hızlan ve peşpeşe gidiliyordu artik, korkular yenilmişti nihayetinde asırlardır çekilen çilelere Avrupa da bir nebze de olsa su serpilecekti.

Yokluk, sefalet bitmişti, kendisini kucaklayan Avrupanın sıcak kollarında hayata tekrar tutunmuştu.

Biz ekonomik olarak kazandikca aslinda degerlerimizde kayıplar yasaniyordu. Yabancılaşmıştık duygularımızı danca ifade etmeye başlamiş, kültürümüz dejenere ediliyordu. Ananelerimiz beton duvarlar arasında kalıplaşmıştı, çocuklarımız Kürt, Türk ve Avrupa kültürüyle harmanlamıştı. Bir çıkmazın içine giriliyor , rüzgarın estiği yönde savrulur hale geldik.

Egitim konusunda oldukça geri bir durumdaydik.
Sosyal yaşantimiz nekadar zarar görmüştü, çocuklarimizin durumu neydi, eşlerimizin durumlari neydi, bunlarin hiç biri insanlarimizin aklina gelmiyor amaç sirf ” para ” kazanmakti.
İnsanlarımız kendilerine yada çocuklarına yatırım yapacağına taşa ve toprağa yatırım yapar haline gelmiş ve bununlarla yatip kalkar haline gelmiştik.

Yaşadığımız ülkede yıllarca ve aylarca kaldığımız evlerimiz bize küçük geliyor ,ama bunları unutup köyde sadece ” 20-30 gün kalmak için lüks evler inşa edilmeye başlanıldi. Bu kadar luks yasamak neydi ve nereye kadar gidecekti. Bu bizim bir yaşadığımız psikolojik durumu bastırmakmıydı.

Zaman geçtikçe avrupalaşmış bir toplum haline gelmekten öte bocalama dönemi yaşamaya başlanildi. Düğünlerimizde geleneksel kıyafetlerimiz giyilmiyordu, egolarımıza göre kendi kendimize yeni kültürlerle kendimizi avutmaya basladik . Belkide taziye evlerinde yaslar pek değişikliği uğramasada, onuda kendimize göre düzenlemiş, sanki öleni getirecekmiş gibi 10 larca kişiyle gitmelerle işin boyutunu iyice değiştirdi.

Biz kaybettik peki geride bıraktığımız Köy ne olmuştu?

Sancılı geçen köy hayatının zorlu mücadelesinin yüzünü son iznimde umutları sönmüş, pek fazla köyde kalan biri degilim ama köyüme asla unutmam.
Düşüncesi ziftleşmiş bir gençlikte gördüm.
Büyük göçün ardından geride umutları sönmüş bir gençlik, yitirilmiş değerler, harebeye dönmüş bir Köy kalmıştı. ( her nekadar luks evler olsada )

Bir gençimizle yaptığım sohbette, Salina tuz fabrikasında çalışıp bir yuva kuramazmısın soruma karşılık aldığım cevap 50 yıldır yaşanan göçün bizleri ve gençleri getirdiği acı tabloydu.

“Evlenmek için Köyde kız mı bıraktınız”

( bu evlilik olayını bir başka yazıda ele alalım, 1990 yıllarında ” şiddetli sağanak yağmur gibi ” yapılan evlilikler ve tahribatları )

Bu cevap karşısında titremiştim ne demek istiyordu günlerce düşündüm, düşündükçe zihnimde acı hissediyordum biz ne yaptık? sorusuyla kendimi sorguladım en sonunda bizler, Avrupa ile köy arasında kurduğumuz köprüde yürüyen ve Kaybeden bir toplum olduğumuz kanaatine ikna oldum..

Yazarımız

Mustafa Kara

Daha Fazla Göster

Bir yanıt yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Göz Atın
Kapalı