Almancî we hatin! – Almancılar 2
Geçen yazımda, Orta Anadolu’dan Danimarka’ya yapılan göçe tarihsel bir perspektiften bakmış, göçmenlerin bu farklı toplumla tanışmalarına kısaca değinmiş ve onlara takılan ‘Almancı’ isminin neden hem göçmenler hem de geride kalan akrabaları tarafından kabul gördüğünü kısaca anlatmıştım.
Bu yazımın başlığını ise ‘Almancî we hatin’ diye koydum. Almancı aileleri artık yurtdışına yerleşen akrabalarının yolunu bekler oldular. Almancısı olan aileler birbirlerine hal-hatır sorarken ‘Almancılarınız nasıllar?’, ‘Almancılarınızdan haber var mı?’ ya da ‘Almancılarınız ne zaman gelecek?’ gibi soruları birbirine sorarlardı! Çünkü Almancıların gelmesiyle beraber köy, kasaba ve hatta şehirlerde hayat tekrar canlanırdı.
İlk sıralarda bu göçe iyi bakmayan kişiler bile, artık Almancılara karşı genel bir kabul ve sempatiyle bakmaya başlamışlardı.
Artık Almancı olmak, kendi kendisini ‘kurtarmış’ olmak demekti. Mesela hiç unutmam! Ben ortaokula giderken, öğretmenlerden bazıları babanız ne yapıyor diye sorduğunda! ‘Babam Danimarka’da’ dediğimizde! Öğretmenlerin genel reaksiyonu: ‘Ha öyle mi, o zaman senin için sorun yok’ diye olurdu!
Almancı olmak artık rağbet gören ve ayrıcalıklı bir yaşam şekli gibi görülmeye başlanmıştı. Bu durum, köy ve kasabalardan daha fazla insanın özellikle gencin yurtdışına çıkmak için her türlü çareye başvurmaya yöneltiyordu.
Bu şekilde gelişen ‘zincir’ göç, bir çok yazı ve araştırmaya konu olurken, ilk kez antropolog Jan Hjarnø, Kürtlerin Orta Anadolu’dan Danimarka’ya göçünü bilimsel olarak kaleme almıştır. Jan Hjarnø’nün ilk yaptığı araştırmaya göre, 1970’li yılların başında sadece Kuşca’dan, köyün çalışabilir erkeklerin % 80’i, üç yıl içinde Danimarka’ya göç ettiği görülmüştür.
Bu hızlı ve baş döndürücü gelişme Almancıların geride bıraktıkları köy ve kasabalarda büyük bir değişimi beraberinde getirmiştir. İnsani ilişkilerde farklılıklar olurken, kültürel yaşam ve sosyal etkinliklerde de büyük değişimler olmuştur!
Eskiden köylerde gençlerin evlilikleri, köydeki sosyoekonomik duruma ve aileler arasındaki sosyal ve kültürel sınıflandırmalara göre yapılırdı. Bu bir anlamda köylerdeki sosyal hiyerarşinin devam etmesi için önemli bir olguydu. Bu olgu, bu yeni oluşan Almancı gruplarla beraber azalmaya ve hatta yok olmaya başlamıştır! Evlenme çağına gelen gençler, artık evleneceği eşin Almancı olup olmadığına bakmaya başladılar!
Yine aynı şekilde, bir kültürel etkinlik olan düğünler de Almancılarla beraber değişmeye başladı. Eskiden sonbaharlarda düğünler yapılırdı! Gençlerin düğününü yapmak için aileler ekinlerin biçilmesini bekleyip, ekinlerden elde edecekleri parayla düğün giderlerini karşılarlardı! Ama göçle gelen ekonomik rahatlık ve belki de daha önemlisi, Almancıların sadece yaz aylarında tatile gelmeleri, köylerdeki düğün gibi sosyokültürel bir etkinliği sonbahar aylarından alıp yaz sezonuna getirmiştir.
Göçe sosyoekonomik bir perspektiften baktığımızda ise, ilk göze çarpan şeyin bu köy ve kasabaların büyük bir ekonomik değişmeye uğramalarıdır. Eskiden hayvancılık ve az miktarda da olsa tarım, köylerdeki ekonominin temel taşlarıyken, Almancılarla beraber bu köyler, üretici toplum olmaktan çıkıp, tüketici toplumlar haline gelmeye başlamışlardır! Köylerdeki ekonominin temel kaynağı Almancılardan gelen paralar olmuştur.
Eskiden köylerdeki sosyal statüyü köy ağalarının koyun sürüleri belirlerdi. Bu durum gittikçe değişip, hayvancılığa ve tarıma güvenen ağalar zamanla fakirleşip, niye bu göç kervanına katılmadıklarının ezikliğini yaşamaya başlamışlardır! Belki bu göçten olumsuz olarak etkilenen kesimler arasında en çok ‘o eski varlıklı, ağa aileleri’ olmuştur.
Göçün getirdiği bir başka olumlu değişim ise eğitimde olmuştur. Almancı ailelerinin çocukları göçle beraber okuma imkanına kavuşmuşlardır. Eskiden okuma yazma oranı %5-10 seviyesindeyken, Almancılarla birlikte eğitimde büyük mesafe kaydedilmiştir. Bu ailelerin çocukları artık ilkokul veya ortaokulla yetinmeyip, lise ve yüksekokullarda okumaya başlamışlardır. Eğitim, bu aileler için önemli bir sosyal ve kültürel faktör haline gelmiştir.
Sonuç olarak toparlamak gerekirse, 1960’lı yılların sonlarında Avrupa’ya umut yolculuğuna çıkan Almancılar, hem kendi kaderlerini değiştirebilmiş hem de geride bıraktıkları toplumların yaşam koşullarını olumlu bir şekilde gelişmesine katkıda bulunmuşlardır.
Gelecek yazımda ise ‘Almancıların’ Danimarka toplumuna uyum sağlamada yaşadıkları sorunları ve Almancı kimliğin onlara sağladığı kolaylıklara değinmeğe çalışacağım.
Her türlü görüş ve önerileriniz için, celal@deveci.dk e-mailime yazabilirsiniz. Saygılarımla
Not: Bu köşe yazısı, daha önce, Telgraf gazetesinin Kasım 2011 sayısında yayınlanmaıştır.
Yazarımız
-
Kuşca'da doğdu. ilk ve orta eğitimini Kuşca ve Cihanbeyli'de yaptı. Lise ve üniversite eğitimini Danimarka'da bitirdi.
Daha önce sosyal pedagog ve öğretmen olarak çalıştı. Psikolojiyi yüksek lisans seviyesinde bitirdikten sonra, 2004 bu yana psikolog olarak çalışmakta.