AYDINLARIMIZ
Aydın ve aydınlar üzerine uzun uzun tanımlamalar yapılabilir .
Ancak şu kadarıyla yetinmek istiyorum; aydın etrafını ışıtan, karanlığı yaran, içinde yaşadığı topluma ilerleme yolunda yön veren, pusula görevi üstlenebilendir.
Bunu yaparken de gözünü budaktan esirgemeyen ve her türlü bedeli ödemeye hazır olan, uğrunda mücadele verdiği evrensel doğrulardan milim sapmayan halk önderleridir aydınlar…
Peki , haksızlıkta yapmayalım bunu Türk yada Kürt aydınları içinde göğsümüzü kabarta kabarta söyleyebilir miyiz?
Elbette burada kaba bir genelleme yapmak doğru olmaz.
Bu ülkede gurur duyduğumuz, bizi onurlandıran aydınlarımız; Türk ve Kürt aydınlarımız var.
Ancak kendilerine aydın denilen o kadar çok yüzkarası okumuş insan var ki , içinde bulunduğumuz kaotik durumdan birinci derecede bunlar sorumludur.
AKP ve onun yönetiminin tüm olumsuz icraatlarını; eğitimden, sağlığa , ekonomiden dış politikaya kadar olanların hepsini istisnasız sitayişle, övgüyle göklere çıkaran ve bu uğurda birbirleriyle yarışan “aydınlar” görüyoruz bu ülkede.
Bu çaba, insanların önlerini görmelerini engelliyor. Bu, aydın olmanın tam tersi bir durumu yansıtıyor.
Oysa aydın olmanın, bir toplumda aydınların olmasının bir tarihsel serüveni , hikayesi olması gerekiyor. Bir toplumda aydın olma geleneğinin yerleşmesi dal budak vermesi , kök salması gerekiyor.
Türkiye’de böyle bir geleneğin olmadığını, ayrıca aydınların tarihin her döneminde mevcut iktidarlar tarafından her türlü şiddet ve baskılara maruz bırakıldığını bir toplumsal hafıza olarak belleklerimizde canlı tutuyoruz.
Bu bağlamda Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun aydınlarımızı tanımlayan çok veciz görüşlerini sizlerle paylaşmak istiyorum. Yakup Kadri , Yaban adlı romanında aydınlarımız, köklerinden kopan, halkla kendi aralarına Çin Seddi ören aydınlarımızı aynen şöyle betimliyor ; ” Bunun nedeni, Türk aydını, gene sensin! Bu viran ülke ve yoksul insan kitlesi için ne yaptın? Yıllarca, yüzyıllarca onun kanını emdikten ve onu bir posa halinde katı toprak üstüne attıktan sonra, şimdi gelip ondan tiksinmek hakkını kendinde buluyorsun.
Anadolu halkının bir ruhu vardı, nüfuz edemedin. Bir kafası vardı; aydınlatamadın. Bir vücudu vardı; besleyemedin. Üstünde yaşadığı bir toprak vardı! İşletemedin. Onu hayvani duyguların, cehaletin, yoksulluğun ve kıtlığın elinde bıraktın. O, katı toprakla kuru göğün arasında bir yabani ot gibi bitti. Şimdi elinde orak, buraya hasada gelmişsin . Ne ektin ki, ne biçeceksin ? Bu ısırganları, bu kuru dikenleri mi?
Tabii ayaklarına batacak. İşte, her yanın yarılmış bir halde kanıyor ve sen, acıdan yüzünü buruşturuyorsun. Öfkeden yumruklarını sıkıyorsun. Sana ıstırap veren bu şey, senin kendi eserindir, senin kendi eserindir.”
Evet aradan 90 yıl geçmiş olmasına rağmen değişen bir şey yok.
Aydın hala tepeden bakıyor, halktan kopuk, halkın sorunlarını dertlerini kendine dert edinmiyor.
Kanayan toplumsal sorunlara eğilmiyor, geniş halk yığınlarına yol göstermiyor.
Analar ağlarken , analarımız Kürt’ü , Türkü ile kan ağlarken kendilerinden beklenilen duyarlılıkları göstermiyor…
Oysa hepimizin , halkların onların yol göstericiliğine ihtiyacı var.
Aydınlarımız üstlerine serpilen ölü toprağı atmalılar ki, bize yol gösterebilsinler.
Yazarımız
-
Öğretmen.
Kuşca'da doğdu. Uzun yıllardan beri Danimarka'da yaşamaktadır.
Son yazıları
- Hasan Sertdemir28/03/2017CADI KAZANI
- Hasan Sertdemir23/03/2017İLERİ DEMOKRASİ
- Hasan Sertdemir13/03/2017AYNAYA BAKMAK
- Hasan Sertdemir27/02/2017TERCİH