Savaş insanları vahşileştirir!
Muğla’da ırkçı saldırıya uğrayan ve zorla Atatürk büstü öptürüldükten sonra linç edilmek istenen İbrahim Çay, Evrensel’e konuştu.
Kendisine yapılan linç saldırısının içinde jandarmanın olduğunu ifade eden İbrahim Çay, linç saldırısından önce kendisini Kumluova Jandarma Karakol Komutanının aradığını belirterek, “Nerede olduğumu sordu, ben de evimde olduğumu söyledim. ‘Evde bekle seni alacağım bir şey görüşmemiz lazım’ dedi. Karakol komutanının aramasının ardından 15 dakika geçtikten sonra 2 araba, 4 motosiklet evimin kapısının önünde durdu” dedi.
İbrahim Çay, 8 yıldır Muğla’nın Fethiye ilçesi Kumluova Mahallesi’nde seracılık yapıyor.
Evrensel gazetesinden Burak Şefkat linçten kurtulan Çay’la konuştu.
İşte o röportaj:
Kendinizden bahseder misiniz?
1975 doğumluyum. 8 yıldır Muğla’nın Fethiye ilçesi Kumluova Mahallesi’nde seracılık yapıyordum. 2 dönümü kendi mülkümdü. Bazen başka arazi de kiralıyordum. Seracılık yapıyor, domates yetişiyordum. 3 çocuğum ve eşimle birlikte yaşıyordum.
Peki size yapılan linç saldırısı nasıl gelişti?
Temmuz ayında Tarsus’a geldim. Yöresel kıyafetimi giydim, fotoğraf çektirdim ve Facebook’tan paylaşmıştım. Tarsus’ta biraz kaldıktan sonra tekrar Kumluova’ya döndüm. Dağlıca’da yaşanan saldırının ardından Muğla’ya hayatını kaybeden askerin cenazesi gelecekti. Olay günü beni birçok esnafa sivil vatandaşlar sormuş. Bir esnaf beni aradı, ‘seni soruyorlar’ dedi. Ben de, neden acaba, diye düşünürken, Kumluova Karakol Komutanı beni arayarak, nerede olduğumu sordu, ben de evimde olduğumu söyledim. ‘Evde bekle, seni alacağım, bir şey görüşmemiz lazım’ dedi. Karakol komutanının aramasının ardından 15 dakika geçtikten sonra 2 araba, 4 motosiklet evimin kapısının önünde durdu. Olayı anladım. Hemen seraya doğru kaçtım, çünkü çocuklarımın yanında bir şey yaşansın istemiyordum.
Neden seraya kaçtınız? Başka bir şey için gelmiş olacakları düşüncesi aklınıza gelmedi mi?
Batı’da Kürt olmak bunu gerektirir. Hele ki asker cenazesi varsa, her şeyi düşünmeniz lazım. Neyse, ben meseleyi anladım ve hemen seraların arasına doğru gittim. Sonra arkamdan bağırdılar, ‘Terörist kaçıyor’ diye. Arkamı döndüm kişilerin hepsini tanıyorum, kapı komşum hepsi. Sonra beni seraların içinde dövdüler. Kendimden geçmiştim, beni arabaya koydular, ayaklarıyla kafama bastılar. ‘Seni öldüreceğiz’, ‘Kumluova’nın ortasında seni asacağız’ dediler ve beni Kumluova’nın merkezine getirdiler.
Orada neler yaşandı, hatırlıyor musunuz?
Orada ne kadar halk varsa hepsi bana saldırdı. Merkez olduğu için vatandaşlar vardı. Sanırım 60-70 kişi beni orada dövdüler. Daha sonra beni 4 kişi tutarak Atatürk büstüne zorla çıkardılar. Çenem yarıldı. Dünyada ne kadar küfür varsa hepsini ettiler bana. Gözümü açtığımda jandarma beni aldı. Burada dikkat çekmek istediğim bir şey var ama jandarma beni ilk aradığında, evde bekle, geliyoruz seni almaya, demişti. İlk aramasından yaklaşık 1 saat sonra geldi ve beni büstün önünden aldı. Bu çok önemli bakın.
Neden önemli?
Ben jandarmanın işin içinde olduğunu düşünüyorum şu an. Neden beni aradı, kimden duydu beni linç edeceklerini? Bir de neden evde bekle dedi de, 1 saat sonra gelebildi yanıma? Bakın bunlar çok önemli.
Peki, sonra neler yaşandı?
Beni jandarma, büstün önünden aldı ve Fethiye Devlet Hastanesi’ne götürdü. Hastanede doktorundan hemşiresine kadar herkes bana hakaret etti. Bir an kime güveneceğimi şaşırdım. Bu esnada hastanenin dışında da astsubayın söylediğine göre 300 kişilik bir grup toplanmıştı yine beni linç etmek için. Sesler bana da geliyordu. Hastanede benim ısrarlarımdan sonra sadece çeneme 4 dikiş attılar. Ve doktorlar ısrarla, ‘teröriste bakmak istemiyoruz, bunu alın’ diye jandarmaya söyleniyorlardı.
Sonra beni jandarma hastanede çevik kuvvete teslim etti. Çevik kuvvet ise beni Seydikemer Jandarma Karakoluna götürdü. Bu defa da yüzlerce kişi karakolun önünde toplanmıştı. Karakolda astsubay benim ifademi almaya başladı. Sonra birden bana, ‘Bizim can güvenliğimiz yok, seni göndermek zorundayım’ dedi. Ben de gitmek istemediğimi söyledim. Can güvenliğim yoktu çünkü. Karakolun önünde insanlar birikmişti. Ben o esnada kardeşimin Tarsus’tan gelmesini bekliyorum. Kardeşim gelip beni arabayla alacak ve beni kaçıracaklardı. Bütün bunları düşünürken astsubay sürekli, ‘Seni göndermek zorundayız’ diyordu bana. Ben de çıkmamakta ısrarcı oldum. Sabah oldu, ben bir arkadaşımı aradım, ‘Bizim eve git, eşimi ve çocuklarımı alıp Seydikemer Karakoluna getir’ dedim. Arkadaşım ailemi getirdi. Bu esnada kardeşimin de karakola 40 kilometre mesafesi kalmıştı. Arkadaşım karakoldan beni alarak kardeşime doğru götürmeye başladı. Arkadaşım yolda beni kardeşime teslim etti. Ve Tarsus’a, anne babamın evine döndük.
Şimdiki planın ne, nerede, nasıl yaşayacaksın?
Bundan sonra geri dönmeyeceğim. Nasıl dönerim bir daha ben? Bundan sonra burada yaşayacağım. Dünyam altüst oldu. Bir insanın gururuyla, şerefiyle oynamak kolay mı?