Metin BaysalYAZARLARIMIZ

Bir pazar sohbeti: Xwade gune we ef bıke

Çalıştığım iş yeri sahibinin babası emekli olduktan hemen sonra bir pazar günü öldü. Oğlu pazartesi işe gelmedi bir gün sonrada normal işinin başına döndü. iki gün sonra bölgenin yerel gazetesinde bir ilanla babalarının öldüğünü cenaze merasiminin cuma günü saat ikide olduğunu belirtmişler, altına karısının ve çocuklarının ismi ve yukarısında da isa’dan bir dörtlük ve herkesin davetli olduğunu belirtmişlerdi, bende giderim dedim ve gittim.

Daha önce bir kilisenen bir odasını dernek olarak kullanmiştık bunu saymasak hayatımda ilk defa kiliseye gittim.İçeri girdiğimde duvarların İsa’nın çarmıha gerilmiş resimleri ile süslendiğini,tavanın aynen bizim camiler gibi olmadığını, yukarıya baktığımda dırek çatıyı görüyor ve orasınında süslü olduğunu gördüm.Bunun dışında tıpkı bir tiyatro salonu gibi sağlı sollu oturma yeri ve öndede sahne vardı.Gelenler yerini aldıktan sonra sahnede papaz 43 dakikalık ölünün hayat hikayesini anlatan bir konuşma yaptı.sonra herkesin önündeki İncili almasını sayfa numarası verip ordaki duayı okumalarını istedi.Herkes ayağa kalktı bazı kadınların örtündüğünü bazıların da ezbere okuduğunu gördüm.

Hep beraber yüksek sesle şarkı söyler gibi dua ettiler. Bende ayağa kalkmiştım içimden “Xwade gune we ef bıke” dedim.

Duadan sonra mezarlık zıyaretine gittik.mezarlık hemen kilisenin bahçesindeydi dikine gömüldüğü için pek yer kaplamamıştı. Çiçeklerlen süslenmiş ve onlarca mum yanıyordu bizimle gelenlerinde bazıları çiçeklerini oraya bıraktılar. Orada bazılarının bizde olduğu gibi başka mezarları ziyaret ettiklerini gördüm.Bulunduğumuz protestan kilisesinden katolik kilisesine gittik ve içeri girmedik sadece yemek salonuna girdik.Büyük oğlu bir dakikalık teşekkür konuşması yaptıktan sonra yemekler yenildi şaraplar içildi böylece cenaze merasimi ve ölenin taziyesi bitmiş oldu.Bir damla gözyaşı görmemiştim .Eve geldim Hatice ile biraz sohbet ettik bunlarla bizim aramızda ne fark var diye takiben ben daldım çok uzaklara çocuk gözümle gördüklerime gittim.

Ben çocukken köyümüzde ölen bir kaç köylümüzün ölüm haberi ,taziyesi ve cenazelerinde gördüklerim beni çok etkilemişti.
Bir; Haci mustafa Fırıncı’nın mele olke’nın büyük oğlu Konyada geçirdiği trafik kazasından gelen ölüm haberi köyümüzün tam göbeğine ateş düşürmüştü.Eskiden bizim köyde askerler vardı bizim mahlenin arkasındaki tepenin üzerindeydiler onun için bu tepeye “nakave eskara “ denir ve ber male mılısılhambekır’den biri kut istikamettine yükarıya doğru uzanan patika yolada “riya nekevé eskera“ denirdi. Bu yoldan yukarıya çıktığında hemen sağda bozkırlarda kamufule edilecek renkte bina vardı. Bu binadan Bördelik istikametine doğru beşyüz metre sonra biri beyaz biri sarı iki bina daha bu askerlere aitti.Bu binalar arasında bizim köylülerimizin tarlaları vardı. Görevleri neydi tam olarak bilmiyorum sanırım karakol ötesi birşeydi.köylümüz ile alıp vermedikleri birşey yoktu fakat devamlı köy muhtarı ile irtibat halindeydiler.Köylümüz acil durumlarda bunların telgrafını kullanırdı.

İşte bu rıya nekeva eskera’dan bazıları aşağıya dopru iniyor ve hemen hemen bütün köylüde bunlara doğru çoğu ağlıyarak gidiyordu yukardan aşağıya cenaze iniyordu yada birileri gidip telgrafla haberin doğruluğunu teyit edip geri dönüyorlardı.yukarıya çikanlar arasında Annesi o küçücük kadın öyle bir bağırıp çırpınıyordu ki dört beş kişi tutamiyordu benim dikkatimi en fazla bir başka kadın çekmişti. Bu kadın bellinden aşağıya doğru bükülüp kalkarken aynı zamanda elleri ile bacaklarına vuruyordu lelele lelele ez kurbané ez kurbané deyip kendinden geçti,üstünü başını yırtı,saçını başını yoldu.yüzü gözü kan içinde kalmıştı.Bu manzarayı hiç unutmadım.

İki; Sala Olgun öleli bir hafta on gün olmuştu fakat halen dışarıdan traktörlerle ve kamyonlarla taziye ziyaretçileri geliyordu. Ber mele mıstevi şişko onlarca kişi duruyor, hepsinin yüzleri asık,sakalları uzamış ve elleri göbek altında birbirine bağlı ve acı acı sigara çekenleri gördüm,ayni zamanda kazanlarla yemeklerin pişirildiğinide gördüm.Bunlar gelen misafirleri karşıliyordu gelen misafirler paş melé çırto’da araçlarından iniyor ve yayan taziye evine yürüyorlardı onları karşılamak istiyende onlara doğru yürüyor ber melé kavno’da birleşip beraber gelirlerdi.Kadınlar kadınları ve erkekler erkekleri karşılardı. Taziye evinin önüne gelenler hemen içeri girmiyor bir duvar dibine çömelir mendillerini çıkarır ağzının ve burnunun önünde tutar ve bir kadın gelir ağıtlar yakar hep beraber ağlarlardı(şiné dıkın) ta ki içlerinden biri genelde yaşlı birileri “de bese lo “der ve ağlamayı bırakır içiri geçip hoşbeş ederlerdi. Kadınlar duvar dibine çömelmezdi onlar direk içeri girerlerdi.Nasıl olduğunu bilmiyorum ama kendimi kadınlar odasında buldum.İçerisi tıklım tıklım doluydu ve ağlıyorlardı (şin) kadının biri ağıt söylüyor o bitirmeden başkası başlıyor sonra bir başkası sanırım usta ağıtçılar vardı.Sadece ölü yakınları değil köyden başka kadınlar ve misafir kadınlarda ağıt söylüyordu bunlar yakın geçmişte ölen yakınları için söylüyorlardı.Ağlamaktan beter olmuştum. Misafirleri uğurlamada aynen karşılama gibi beraber mele kavno’ya kadar gidilir orda ayrılırlardı.

Üç; Haberin gelmesiyle köyün üzerine kara bulutlar çökmüş,yürekler soğumuş,sevdalar ertelenmiş,düğünler iptal edilmiş,eller kollar tutmaz ve yiyip içtikleri tad vermez olmuştu.köylü büyük bir acı içerisindeydi.Büyük yaylada(çiftlige) çocukluklarını beraber geçirmiş,beraber büyümüş,beraber Danimarkaya gitmiş orada da beraberliklerini sürdürmüş ve bir kaza sonucunda Mulla Sütçü ve Hasan Şener ikiside beraber can vermişti.Köylünün gerçekten cigeri yanıyordu.Ben taziyesine gitmemiştim fakat bütün köylü gibi bende cenazelerine katılmıştım.Erkeklerin hepsi bitkin,halsiz ve elleri önde birbirine bağlanmış , yürekleri soğumuştu.Kadınlar ayrı yürüyorlardı.Öndekilerin hepsi karalar bağlamış bu baş örtüsünden büyük ve kalındır bağlıyanın başını kaba gösterir.Kiminin ellinde fotoğraf,kiminin ellinde ölenin ceketi,kiminin ellinde pantolonu vardı.kadınların yüzleri yara bere içindeydi.kadınlar hem yürüyor hemde ağlıyorlardı söyledikleri ağıt larla ritim içinde ellindeki elbiseleri kaldırıp indiriyorlardı.Oğlu ölen analar şera’sını ömür boyu bağlar,kocası ölen kadınlar beli bir süre bağlar sonra çözerlerdi çünkü o zamanlar dul kalan kadın evlenir yada evlendiriliyordu bu kocasının yakınıda olabilir bir yabancıda olabiliyordu.
Bu üç olayı birleştirip baktığımız zaman o yıllarda ölümü nasıl karşıladığımız ve taziyemizi nasıl geçirdiğimiz net olarak ortaya çıkıyor.

NOT: Her üç olayda da eğer ölenlerin isimlerini yanlış ve eksik yazdıysam lütfen belirten düzeltirim.

Hepinize hayırlı pazarlar dilerim.

Yazarımız

Metin Baysal
Kuşca'da doğdu, İsviçre de yaşamakta.

Daha Fazla Göster

Bir yanıt yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Göz Atın
Kapalı