H. Hasan TuzcuYAZARLARIMIZ

24 NİSAN

Yüz yıl önce, Osmanlı topraklarında yaşanan, “büyük felaketin”, yani türkçesi soy kırımın, tehcirin, göçe zorlamanın çocuk, yaşlı, kadın savunmasız Ermenilerin ölümüne sebeb olmanın kimseye yararı olmadı. Küçük bir azınlığın mutluluğundan başka. Küçük bir azınlık derken küçümsediğimi zannetmeyin, o azınlık ki, sonra da gericiliğin, sömürü ve baskının, tek dil, tek millet, tek vatan, tek din politikalarının da devamı sahibi. Dün Koçgiri’de, Diyarbakır’da, Ağrı’da, Dersim’de, bügün de Sur’da Cizire’de, Silopi’de, Şırnak’ta, Yüksekova’da, Nusaybin’de, Silvan’da onların akıl almaz uygulamaları var. Olaylar zinciri içinde, Ermenilerin yaşadığı felaket de, sonuçları itibarıyla hiç şüphesiz, insanlığa karşı işlenmiş bir suç, bir kara leke. bugünde bütün çıplaklığıyla ortada. Bir acı gerçeği inkar, daha da büyük bir yanlış, ayıp,adına ne derseniz, “onlar da yapmış, karşılıklı olmuş efendim” ,” tehcirdir, Soykırım değil?, Talat paşa yapmadı”, “Ermenilere yönelik ırksal ve dinsel bir nefret yoktu. Organizasyonsuzluk sebeb oldu”, “rakamlar abartılıyor, dış mihraklar kendi yaptıklarını gizlemek için, aleyhte kullanmak, son Türk Devletini yıkmak için zinde tutuyorlar”, safsataları, değil bütün dünya’ya, bir ülkeye bile cevap teşkil edecek kadar İNANDIRICI DEĞİLDİR,

Elbette bilimsel araştırmalar yapıldıkça, belgeler, arşivlerden serbestçe çıkartılarak, incelenip somut verilerlere dayanan net cevaplarda, her gün artarak çoğalacaktır. Bunca itiraza, her yıl ABD den medet ummaya, Avrupa birliği ülkelerine yalvar yakar olmaya rağmen, mesele hala orta yerde duruyor. Yüz yılın, zaman olarak, kapanmasına yetmediği bir yara, kolay kapanacağa da benzemiyor. Türkiyenin en yetkili ağızlarından; ”bizim üzerimizde soykırım diye bir leke, gölge söz konusu değil, Türkiye’nin böyle bir vebali asla kabul etmesi mümkün değildir”(RTE). Demesi, kaçışı bir çare olmuyor. Veballeri inkar ederek bir yere, ne yazık ki varılmıyor. Asıl olan, yanlışları yapmamaktır, hesabı verilmeyecek duruma düşmemektir. Tarihin kara sayfasına yazılmamaktır.

Birleşmiş milletlerin, 9 Aralık 1948 tarihli soykırım suçunun önlenmesi ve cezalandırılması sözleşmesi ile ermeni soykırımını resmen tanıyan ülkelerin sayıları her yıl artmaktadır. Son olarak, Avrupa parlamentosu da 15 Nisan 2015 tarihinde, ermeni soykırımı tasarısını kabul ederek, Türkiye’ye de soykırımı tanıma ve arşivlerini açma çağrısında bulundu. Bunun yanında, Kanada, İsveç, Uruguay, Yunanistan, Litvanya, Slovakya, Çek cumhuriyeti, Rusya, Arjantin, Kıbrıs, Vatikan, Venezüella, Polonya, İtalya, Fransa parlamentoları başta olmak üzere bir çok ülke bu gerçeği kabul etmiş ve onaylamış durumdadır. Soykırımın, bütün ülkelerce tanınmasının, kınanmasının, daha yaşanabilir, adil ve güvenlikli bir dünyanın yaratılmasına katkı yapacağına inanıyorum. İnsanlığa karşı suçları önlemek şüphesiz, bu çabaların daha fazla artmasına bağlıdır.

Hitlerin, Musollinin, Frankonun, Saddam Hüseyin’in, Kenan Evren’in daha yüzlerce faşistin, katliamcının verilmemiş hesabı gibi. İnsan oğlunun, devletlerin, geçmişleriyle yüzleşmesi, işlenmiş insanlık suçları için, özür dilemesi, ölenlerin saygıyla anılması, elbette önemlidir. Daha da önemlisi bu tür büyük felaketlerin önünün kesilmesidir. Buna bir son verilmesidir. Ne yazık ki, İNSANLIK daha bu noktaya gelmiş değildir. En acı verici olanı da tarihte işlenen bu suçların cinayetlerin, bugünde halen farklı biçimde devam ediyor olmasıdır.

Soykırım, sadece insanları topluca öldürmek değildir. Bununla birlikte kültürlerini, tarihlerini, dillerini yok etmeyi de hedeflemektir. Asimilasyon, birçok ülkede, coğrafyada çağımızın hala büyük soykırımı olarak sürüyor. İnsanların konuştuğu dili, kendilerine yasaklamak, başka nasıl tarif edilebilir. İnkarın, özgürlükleri yok saymanın, hesabını bugün veremeyenler, gelecekte nasıl bir pozisyon alacaklar bilinmez. Barış nasıl olacak? Geçmişte işlenen suçların hafife alınması kabul edilemez. Uluslararası kamuoyunun, insanlığa karşı işlenen suçları önlemeye, anlaşmazlıkları barışçıl yöntemlerle çözmeye çağrımiz bugünde devam ediyor. Kürdistanda, afrikada, bosnada yaşananlara, 1915 te Ermenilere yapılanlara soykırım demeyip de ne diyeceğiz. Bu gerçeği kabul edip, yüzleşmek gerekmez mi?. Yaşananlardan ders çıkarmak hepimizin görevidir. Geleceği birlikte, barış, özgürlük ve eşitlik içinde tayın etmek buna bağlıdır.

Yüz yılda, 30 defa isyan etmeye, başkıldırıya, onbinlerce insanımızın ölümüne sebep olan kürt sorunun çözümü de şüphesiz, düşmanca davranmakta, şiddette değildir, kan dökmede değildir. Bunlar çok denendi, çözüm olmadı, Saddam Hüseyin başkanlığındaki baas rejiminin kürt halkına karşı başlattığı soykırım, 23 şubat-6 eylül 1988 tarihleri arasında “enfal operasyonu” adı altında gerçekleşti. 182 bin kürt sivilin katledilmesine yol açtı. Halepçe katliamını da kapsayan sekiz aşamalı bir soykırım planı olarak uygulandı. 35 yıllık baas rejimi yargılandı. Yetkililerin bir bölümü idam edildi. Saddam sonrası, Irak temsilciler meclisi, Nisan 2008 de enfal sürecini soykırım olarak tanıdı. Kürtler bugün, Güney Kürdistan da kaderlerini özgürce belirleme hakkını fedaral bir sistemde yaşama iradesiyle sürdürüyorlar. İnsanlık suçu işleyenlerin bundan böyle de nefretle anılmaları kaçınılmaz bir sondur. Bulunduğumuz coğrafyada, bugün de,savaşın, şiddetin, sömürünün yol açtığı göç, açlık, mülteci ölümleri soykırımdan farksızdır. Seyirci kalmak da bana göre bir insanlık suçudur. Bunları hala konuşuyor olmak da acı veriyor. Ne yazık ki ileri adımların atılması, yakın gelecekte bir kurtuluş gündemde değildir. Karanlığı söküp atmaktan başka yol olmadığına göre, bunun gereği, umuda, özgürlüğe, barışa, eşitliğe koşmaktan başka çare yok. Sağduyu, birlik ve örgütlü mücadele kaçınılmazdır. Bunu ezilen halkların daha iyi anlamaları gerekir. Bunca sefalet, geri kalmışlık artık yeter demeliyiz.

Sonuç olarak, soykırım her ne gerekçeyle yapılmış olursa olsun, kabul edilemez, Bir insanlık suçudur. İlgili devletlerin, kuruluşların arşivlerindeki tüm belgeleri araştırmacıların hizmetine sunmaları zorunludur. Soykırımları ve inkarını kınamak her insanın, her kuruluşun, her devletin de görevi olmalıdir. Halklararası uzlaşma da, tarihi doğru tanımlamak da buna bağlıdır. Yaşanan bunca trajedilerin, en barizi, en acısı hiç şüphe yok ki, halkların milliyetlerinden, renklerinden, sınıflarından, din ve mezheplerinden ötürü katliama uğramalarıdır. Bunun izahı, ancak halkların örgütsüz olmalarıyla açıklanabilir. Başka bir deyimle devletsiz, korumasız olmalarıyla açıklanabilir. Yakın coğrafyamızda, halkların hala örgütsüzlüğün acısını çekiyor olması, statüsüz bırakılmaları, kabul edilebilir bir durum değildir. Bugün yakın coğrafyamızda yaşananlar, bu tehlikelerin devam ettiğini göstermektedir.

Yazarımız

H. Hasan Tuzcu
Mühendis.
Harita mühendisliğini Selçuk üniversitesinde okudu. Aslen Xalikanlı, Ankara yaşamakta.

Daha Fazla Göster

Bir yanıt yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Göz Atın
Kapalı