Paradoks – Görende eli kanlı katil beller
Yılmaz Güney’in Cannes Altın Palmiye ödüllü filmi YOL da ilginç bir sahne var.
1980’li yılların başında askeri cuntanın hakim olduğu İmralı Açık Cezaevi’nden bazı mahkumlara bayram iznini çıkmıştır. Bu şanslı mahkumlar arasında Yusuf’ta bulunmaktadır.
İzin kağıdını alan Yusuf bir dolmuşta diğer yolcularla sohbet ederken yolculara izin kağıdını gösteriyor. Yusuf izin kağıdındaki fotoğrafını sevmiyor. Yusuf ve diğer yolcular arasında şu diyalog geçmekte:
Yusuf: Resme bak ya katil gibi çıkmışım! Görende eli kanlı katil beller
Bir yolcu: Senin Suçun neydi ?
Yusuf: Cinayet
Bir Yolcu: Adam mı vurdun?
Yusuf: He ya
Yolcular: He He (gülüşmeler) Durumun farkında olmayan Yusuf, şaşırarak soruyor.
Yusuf: Niye güldünüz ki?
Bir yolcu: Katil gibi çıkmışım dedin de!
Yusuf: He ya tıp katil!
Ünlü senarist Yılmaz Güney bu sahneyle, oldukça ustaca, Türkiye’nin yaşadığı paradoksu sinema perdesine taşımıştır.
Türkiye’deki hakim ideoloji ve güç odakları, Türkiye’nin kurulduğundan bu yana ülkede ve bölgede kendilerinin yarattığı haksızlık ve acıları görmezden gelip, suçu sürekli ‘dış ve iç mihraklara’ atıp, kendilerini her zaman ‘kurban’ yada ‘mağdur’ olarak göstermeye çalışmakla kalmamış ve hatta buna inanmışlardır.
Bu paradoksun en son örneği ise Suriye savaşı ve bölgedeki Kürt halkının özgürlük istemleri olmuştur.
‘Arap baharı’ diye adlandırılan olayların başlamasıyla birlikte, Akp Türkiye’si ve Suudi Arabistan’ın öncülüğünde, Suriye rejimini devirmek için, Suriye’de bir Sünni mezhepsel kalkışmayı devreye soktular.
‘Kardeşim Esad’ dedikleri diktatör Esad, artık ‘Esed’ olmuştu. Daha savaş başlamadan, Urfa ve Antep’te ‘Suriyeli misafirlerimiz’ için dedikleri kamplar kuruldu. Kısa bir süre içinde 100 binlerce insan yerinden yurdunda koparıldı. En fazla ‘6 ay’ içinde Şam’da beraber namaz kılarız diye nutuklar atıldı.
Başta Işid ve El Kaide olmak üzere İslami örgütlere yol açıldı.
Başta Rojava Kürtlerinin bu oyuna gelmemesi, ve Esad’ın tahminlerden daha fazla direnme kabiliyeti göstermesi Akp ve yandaşlarının istediği sonuca ulaşmasını engelledi.
Suriye’de yapılmak istenen kontra-devrimin sonuçsuz kalmasının hayal kırıklığını yaşayan Akp ve Sünni İslami çeteler ellerinde son koz olarak, özellikle Türkiye’de sefalet içinde yaşayan yüzbinlerce mülteci kaldı.
Hem açık hem de kapalı kapılar arkasından Avrupa’yı mülteci istilasıyla tehdit eden Erdoğan ve Akp, Avrupalılara seslenerek, onların Türkiye’ye haksızca davrandığını iddia etmekle kalmayıp onları bu krizin başaktörü olarak ilan etmekten de geri durmadılar.
Avrupa’nın çifte standart yaptığını ileri süren Erdoğan ve çevresi halbuki Avrupa’dan istediklerinin fazlasını elde etmiş durumdalar.
Bugün Avrupa, kendi değerlerini çiğnemekle kalmayıp, Dünya politikasından izole olma riskine rağmen Erdoğan’ın şantajına boyun eğmiştir.
Avrupa devletleri, Kürtlerin en demokratik hakları için verdikleri demokratik mücadeleyi, tanklarla bombalayıp, insanları bodrumlarda gaz ve yanıcı maddelerle yakan zihniyet ve vahşete sesini çıkarmamaktalar.
Şimdi tekrar Yusuf’a dönersek!
Acaba ‘Ey Amerika’ ‘Ey Birleşmiş Millet’, ‘Bizi enayi mi sanıyorsunuz?’ diye çıkışta bulunan Erdoğan’da Yusuf’un yaşadığı paradoksu mu yaşıyor?
Yazarımız
-
Kuşca'da doğdu. ilk ve orta eğitimini Kuşca ve Cihanbeyli'de yaptı. Lise ve üniversite eğitimini Danimarka'da bitirdi.
Daha önce sosyal pedagog ve öğretmen olarak çalıştı. Psikolojiyi yüksek lisans seviyesinde bitirdikten sonra, 2004 bu yana psikolog olarak çalışmakta.