” Ben ölmek istemiyorum, acılarımdan kurtulmak istiyorum “
Derler ki: Evvel zaman içinde daha seslerin ve sözlerin; tılsımını yitirmediği, sözün seste vücud olduğu, beden bulduğu, daha onurun eğilmediği, değer verildiği bir devranda ; sevdaların acı ve kederden olgunlaştığı , acılara sahip çıkıldığı ve kavgalarının verildiği sevdaların; gelişip büyüdüğü bir zamanda ; çok ünlü bir filozof yaşarmış. Bu ünlü filozof, birgün amansız bir hastalığa yakalanır, yataklara düşer. Acıları o kadar dayanılmaz bir hal alır ki ” yok mu beni kurtaracak olan ” diye bağırır inlermiş.
Günün birinde; zamanın ağır ağır yürüdüğü , rüzgarın usul usul estiği, suların nazlı nazlı aktığı, toprağın incinmediği, güneşin herkesleri ısıttığı, geceden başka örtüsü olmayan aydınlıklar ülkesinde; çok ünlü bir hükümdar yaşarmış.
O zamanlar, haberler böyle tez gelmezdi. Haberler damdan dama atlar, balkondan balkona geçerlerdi. Bazen bir evin penceresinden girer, diğer evin kapısından çıkardı. Bazen rüzgarın yelesine tutunur , bazende kervanlara yoldaşlık ederdi. Bazen bir ateşin dumanında, bazende bir kuşun kanadında olurdu.
Ve bir zaman sonra haberi alan kral giyinir , kuşanır, soluğu filozofun yanında alır. Filozof yatağa uzanmış ” yokmu beni kurtaracak olan ” diye bağırıp inlemektedir. Bu duruma dayananamayan kral ” kurtulmak mı istiyorsun, al! ” diyerek belindeki hançeri uzatır. Filozof belli belirsiz kralın gözlerine bakar ve şöyle der: ” Ben ölmek istemiyorum, acılarımdan kurtulmak istiyorum ” der.
…
Sevgili okur;
Sanırım hiçbirimiz ölmek istemeyiz. Zaman anıları ve düşleri belki unutturur, belkide yok sayar. Ölüm belkide acılarımızı dindirir, belkide ıztıraplarımızı giderir. Bu durum birileri için kurtuluş da olabilir. Yaşamı anlamlandırmayan, yaşama bir mânâ katamayanlar için; direnmenin ve dövüşmenin de bir anlamı ve çabası olamazdı. Ölüm tek gerçeklik olabilir ama; acılarımız ortadayken, sahipsiz bırakılırken hangi gerçeklikten, nasıl bir gerçeklikten bahsedecektik ki ?
Yaşamın görkemliliği kadar, ölümünde görkemli olmasi gerekmiyor muydu?
Sevdaların acı ve kederden; olgunlaştığını biliyorum. Kavgalarında sevdaları besleyip büyüttüğüne inanıyorum. Acı insanındı , insana aitti. Acılara tutunacak, kendi adina pay alacak, ama acılara tutulmayacaktık. Yaşamın tüm renklerine ve seslerine derinden bağlananlar, yaşamın tüm renklerine ve seslerine engin bir bakış acısıyla bakanlar, acıları sahiplenenler ve acıları giderenler olduğunu düşünüyorum.
Ya değilse hançeri tutan elin,kimin eli olduğunun; ne anlamı olabilirdi?
Yazarımız
- Kuşca'da doğdu. Danimarka'da yaşamakta.
Son yazıları
- Mehmet Gezen24/04/2024Amara
- Mehmet Gezen17/03/2024Halepçe
- Mehmet Gezen18/09/2023Gözyaşlarımda ölüm hikayeleri
- Mehmet Gezen08/09/2023Bir kadın ve bir adam